19 Şubat 2008 Salı

TURAN ÇÖMEZLE YAPILAN BİR RÖPORTAJ

“BANA YUNANİSTAN’IN RAYTİNG ŞİRKETİNİ VERİN, SİZE ON YIL İÇİNDE ELİNDE TÜRK BAYRAKLARI İLE DOLAŞAN YUNANLI BİR NESİL YETİŞTİREYİM” Turhan Çömez... Tezkere görüşmeleri sırasındaki Irak gezisi, Latin Amerika’daki solcu liderlerle görüşmeleri, Maliye Bakanı’na beklenmedik çıkışı, aynı hükümette yer aldığı Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’yu yetiştirme yurtlarındaki sorunları örtbas etmekle suçlayışı, Nazım Hikmet’in mezarını ziyareti ve milletvekilliğinin son günlerinde ki “Bizler kurşun asker değiliz, el kaldırıp indirme makinesi de değiliz” demeciyle ciddi tartışmalara yolaçtı… Turhan Çömez... Tezkere görüşmeleri sırasındaki Irak gezisi, Latin Amerika’daki solcu liderlerle görüşmeleri, Maliye Bakanı’na beklenmedik çıkışı, aynı hükümette yer aldığı Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’yu yetiştirme yurtlarındaki sorunları örtbas etmekle suçlayışı, Nazım Hikmet’in mezarını ziyareti ve milletvekilliğinin son günlerinde ki “Bizler kurşun asker değiliz, el kaldırıp indirme makinesi de değiliz” demeciyle ciddi tartışmalara yol açtı… Peki şimdi ne yapıyor? Türkiye’de medya eliyle gerçekleştirilen büyük değişimi, “stk”lar öncülüğündeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyor… ANADOLU AGB! BU İSİM TESADÜF MÜ!!!!! Bugün medyanın, tüm dünyada bir psikolojik savaş aracı olduğu tartışmasız kabul ediliyor. İnsanlar uyuşturuluyor. Bir zamanlar asla kabul edemeyeceğimizi düşündüğümüz haller artık dikkatimizi bile çekmiyor. Devletin sorumluluğu nedir bu noktada? Psikolojik savaş, çağımızın en önemli savaş yöntemlerinden biri. Tanksız, tüfeksiz savaş yöntemi diyebiliriz. Tarih boyunca psikolojik savaş hep kullanılagelmiştir. Bugün de güçlü devletlerin tamamı bu yöntemi kullanır. Genellikle hedef ülke halklarına karşı kullanılır. Kendi ülkesinin halkına da yapılacak dışsal psikolojik saldırıları önlemek için tercih edilir. Nadiren de pozitif olarak tercih edilir. En temel enstrüman medyadır. Genellikle, hissettirmeden, fark ettirmeden yapılır. Bunun için özel eğitimli ve donanımlı uzmanlardan yararlanılır. Bu artık bir bilim dalıdır. Ve devletin sorumluluğundadır. Hükümetler geçici olduğu için asıl sorumluluk devlettedir. Bu çok özel bir politikadır ve değişen iktidarlarla değişmeyen, sadece gelişmesi gerek bir uygulamadır. Devletin öncelikli sorumluğu halkını dışarıdan gelecek psikolojik saldırılara korumaktır. İkinci sorumluğu ise, halkının moral değerlerini güçlendirici, birliği bütünlüğü tesis edici, özgüven sağlayıcı uygulamaları yapmaktır. Diğer bir önemli sorumluğu ise, hedef ülkelerde kendi dış politik beklentilerine ve ulusal çıkarlarına uygun olarak psikolojik operasyon enstrümanlarını kullanarak sonuç almaktır. Asıl olan bunun öneminin bilinmesi ve doğru yöntemlerin yeteri ve gereği kadar uygulanabilmesidir. Reyting tartışması yapılırken, “Reyting” ölçen cihazın, sayısının yeterli olmadığı, dolayısıyla sağlıklı bir ölçüm olmadığı dile getiriliyor. Ama asıl gözden kaçan ve bence çok önemli olan, reytingleri kimin ölçtüğü. Sizin bu konuda araştırmalarınız olduğunu biliyorum. Bu kuruluş, milli bir şirket mi? Adı Anadolu ama!!! Bu tür milli kavramların tercih edilmesi de bir psikolojik operasyondur. Osmanlı’nın çöküş döneminde, Düyun-u Umumiye ile birlikte Galata Bankerleri türemişti. Avrupa’nın ucuz kredileri Osmanlı’ya yüksek faizlerle borç olarak verilmişti. İngiliz kaynaklı bir banka olan Osmanlı Bankası’na da bu isim özellikle tepki oluşturmaması için verilmişti. Demek ki hala aynı mantık tercih ediliyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin hepsinde reyting ölçümlerini milli şirketler yapar. Çünkü ölçümler, o ülkenin sosyal dokusunun, insan beklenti ve tavırlarının genetik kodlarıdır. İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeler reytinglerini milli şirketlerine ölçtürüyor. Biz de bir İngiliz şirketine ölçtürüyoruz. Devlet denetleyemiyor. Sadece özel denetim yapıldığı söyleniyor. TV. ÖLÇÜMLERİ YABANCI İSTİHBARATLARIN ELİNDE İngilizler, kanunen bu ölçümleri kimlerle paylaşmak zorunda? Kimseyle! Bilgilerin tamamı devlette, yani MİT, Genelkurmay, Başbakanlık ve RTÜK’te yok. Sadece bazı televizyon kanallarının programlarının izlenme oranları veriliyor. Oysa bu şirket, tüm bilgilere sahip. Yani sizin hangi yaş grubundan, hangi sosyokültürel düzeyden, hangi bölgeden, hangi cinse sahip insanlar, ne zaman neyi seyrediyor ve tepkileri neler, bunu bu şirket biliyor. Ama benim devletim bilmiyor. Bu bilgiler, bir yurt dışında bir merkezde saklanıyor. Ve sadece o şirketin bir numarası, gerekli yerlerle (kendi devletinin servisleri ile muhtemelen) paylaşıyor. Sizin genetik kodlarınızın ayrıntıları çıkartılıyor. Bunu sizin paranızla yapıyor ama size vermiyor, Kendi kullanıyor. Bir de denetimsiz reyting ölçümleri ile toplumunuzun tüketim alışkanlığı şekillendiriliyor. Reklam pastası tanzim ediliyor. İddialı bir söz olacak ama bana Yunanistan’ın reyting şirketini verin, size on yıl içinde elinde Türk Bayrakları ile dolaşan Yunanlı bir nesil yetiştireyim. Yani bu kadar önemli ve etkili. Ama ilgili ve yetkili kademeler bundan ne kadar haberdar açıkçası emin değilim. Bu durum yani yabancı bir şirketin ölçmesi halka başka nasıl etkilerde bulunabilir? Halkın tüketim alışkanlıklarına yansır. Halkın televizyon izleme alışkanlıklarına yansır. Bu alışkanlıkları şekillendirir. Son on yılda magazin kültürü bu toplumu nasıl esareti altına aldı diye düşünüyorsunuz? Televizyonların reklam pastasından elde edeceği gelirlere yansır. Hepsinden önemlisi, halkınızın düşünce, davranış kodları hakkında bu kadar detaylı bilgiye sahip olan dış güçler, bunu yeri ve zamanı geldiğinde çok iyi kullanır ve sizi psikolojik saldırılara karşı zayıflatarak amaçlarını gerçekleştirir. ELOĞLU BU PARALARI BENIM IÇIN Mİ VERIYOR ACABA? Türkiye'de STK'lar öncülüğüne bir değişim yaşanıyor. "Sivil toplum düşüncesi" Türkiye'ye yeni ufuklar açabilir mi? Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Tarihimiz boyunca biz sivil toplumun gücünü hep hissettik ve bunun çok güzel örneklerini verdik. Bir Ahi kültürü ve sistemi hala Anadolu’nun önemli güç ve dinamiklerindendir. Sivil toplumun gücü, dünya tarafından bizden çok sonra fark edilmiştir. Ve bugün bu güç gelişmiş devletler tarafından hedef ülkelerde kullanılmaktadır. ABD’nin Soros destekli vakıfları hedef ülkelerde çok ciddi çalışmalar yaptı. Türkiye’nin demokrasinin tüm kurum ve kurallarının işlediği, merkezi Anadolu olan, Türkiye olan STK’lara ihtiyacı var. Bu kuruluşlar halkın sadece sosyo-kültürel gelişimi için değil, moral motivasyonu için de son derece önemli. Türkiye’de bunlar var mı diye sorarsanız evet var diye yanıt veririm. Yeterli mi derseniz, hayır derim. Tabii bu bir kültür. Bu kültürün olgunlaşması için, ailelere, eğitim sistemine, medyaya ve aydınlara çok önemli sorumluluklar düşüyor. “SINIRLAR ARASINDA” programında Banu Avar bize turuncu devrimlerin stklar eliyle başarılmış bir dönüştürme-öğütme operasyonunu gösterdi. Siz de hükümette bulunmuş bir vekildiniz. Bu açıdan sormak isterim; yöneticiler bu durumun ne kadar farkında? Alınan fonlarla yapılan hizmetleri safça, “oh ne güzel halka hizmet” diye mi değerlendiriyorlar? Yoksa “ben kendim için o fonları kullanırım” deyip batıyı mı saf sanıyorlar!? Milletvekilliğimin son dönemlerinde bir vekil arkadaşıma, kendisinin Soros’un vakıflarından para desteği aldığı yönündeki iddiaları sormuştum. Son derece rahat bir yanıt verdi. “Evet alıyorum” dedi. Hatta, “450 bin dolar aldım geçenlerde ne var yani” diyerek hayret etti bu soruma. Durum bu. Gelen fonların hangi amaçlara hizmet ettiği ortada. Alman Henrich Böll Vakfının, Diyarbakır’da Kürt konferansını fonlaması, DTP’ye para yardımı yapması sizce ne anlam ifade ediyor? Eloğlu bu paraları benim için mi veriyor acaba? Bu kadar saf olmanın anlamı yok. STK’ların gücü ortadadır. Bu güç hedef ülkelerde de en etkin şekilde kullanılmaktadır. Esas olan sizin ne yaptığınız bunlara hangi önlemleri aldığınız ve nasıl karşı atak geliştirdiğinizdir. Ne yazık ki Türkiye’nin karnesi bu konuda pek iç açıcı sayılmaz. BUGÜN TÜRKiYE’Yi BiR KOALiSYON HÜKÜMETi YÖNETiYOR Bir siyasetçi gözüyle, şu günlerde ülkeyi bekleyen en büyük tehlikeyi nasıl tanımlıyorsunuz? Toprak kaybı mı, savaş mı, medya desteğiyle yozlaşma mı, gaflet mi, yoksa cehalet mi ? Hepsi önemli. Duyarsız olmak, milli şuuru yitirmek, eğitimsiz kalmak, birbirinden uzaklaşmak bu toplum, bu millet için en büyük tehlikedir. Ekonomik sorunları bunun arkasında zikretmek isterim. Aç kalabilirsiniz ama ayakta durusunuz. Bir milletin ruhunu, inancını, ideallerini, heyecanını, şuurunu, birlik-beraberlik arzusunu, ulusal onurunu yitirmesi, o millet için en büyük felakettir. Bizimle ilgili hesapları olanların en temel hedefleri de bunlar zaten…Osmanlı da bu tür zaaflar nedeni ile dağıldı. Son darbeyi de borçları vurdu. Ama en büyük tehlike ise, sorumluğunun farkında olmayan, zavallı yöneticilerdir… Bunun faturası çok ağır olur… ERMENİ LER DÜN DE KULLANILDILAR Ne var bu bölgede bu kadar çekici gelen? Bu coğrafya çok özel. Tabiatı ile bu coğrafyada var olmanın, koşulları da özel, bedelleri de özel. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri de muhteşemdir bu toprakların. Her ne kadar bugün biz kendimiz arayamadığımız için bulamamış ta olsak bu toprakların her bir karışının bir hazine olduğunu biliyor ve buna inanıyorum. Anadolu’nun sadece bitki örtüsü bile tüm AVRUPA’dan çok neredeyse… Mesela, Kaz Dağları’nda dünyada hiç eşi ve benzeri olmayan 30 çeşit bitki var… Tabi en önemli değeri de devlet geleneği olan, birikimi olan, genç bir nüfus potansiyeli. Gereği gibi değerlendirilse dünyaya yön verecek bir güç. Bunu biz belki fark etmiyoruz ama bizim üzerimizde hesapları olanlar çok iyi biliyorlar. Bir de tarih boyunca hep var olmuş görünmeyen değeri var ki o çok önemli. Jeopolitik, jeostratejik değeri. Hesapların belki de en büyüğü bununla ilgili olarak yapılıyor. Nasıl hesaplar? Kimler tarafından yapılıyor? Açın lütfen… Napolyon’un hatıralarını okuyun… Osmanlı’nın yıkılması için Milleti Sadıka olan Ermenilerin isyan ettirilmesinden bahseder. 16. Yüzyıl da Rusların en temel dış politikası da Ermenilerin isyanına yönelikti. Çünkü sıcak denizlere inmenin tek yolu doğu ve güneydoğu bölgemizdeki Ermeni yurttaşlarımızı kullanmak, onları isyan ettirip payanda bir devlet kurmaktan geçiyordu. İngilizlerin de Ermenileri kullanma arzularının arkasında başka bir neden vardı. İpek yolunun kontrolünün Ruslarda ve Osmanlı da olmaması çok önemli idi. Hindistan’ın geçiş güzergâhı olan bu bölgenin kontrolde olması için Ermenilerin kullanılması gerekiyordu. Bugün de aynı şey söz konusu. Irak, İran, Kafkasya, Karadeniz, Balkanlar, Akdeniz ve Kıbrıs için, Türkiye vazgeçilmez stratejik değere sahip. İsrail için bile öyle. O nedenle bu topraklarda pek çok çevrenin gözü de hesabı da olmuştur, olacaktır. Bu topraklarda güçlü bir şekilde var olmanın da ona göre gerek şartları vardır. BAŞÖRTÜSÜNE KİLİTLENMİŞ BİR MUHALEFET ANLAYIŞI ORMANIN ÖNÜNE KONAN KÜÇÜK BİR KİBRİT ÇÖPÜ GİBİDİR… Bu şartları oluşturmaya çalışmak yerine, muhalefet, hükümeti asıl dinamikleri yani icraatları üzerinden değil de başörtü üzerinden eleştiriyor. Bu ülkede başörtüsünü eleştirerek yapılacak siyasetten ne Türkiye ne millet ne de onu eleştiren siyaset kurumu yarar sağlamaz. Yapılacak eleştirinin de reel olması ve yapıcı olması gerekir. Milletin sağduyusu her şeyi fark ediyor. Bu ülkenin geldiği ve gittiği noktayı tartışmak, geleceği öngörmek, muhtemel süreçleri ele almak sanırım daha doğru olurdu. Dış politika, ekonomi, tarım, eğitim ve daha pek çok konu var konuşulacak. Başörtüsüne kilitlenmiş bir muhalefet anlayışı ormanın önüne konan küçük bir kibrit çöpü gibidir… Siz neler yapıyorsunuz, seçimlerde aday olmadınız? İnandığım gibi yaptım ve aday olmadım. İlerleyen dönemde, inandığım temizlikte, kalitede, olgunlukta, seviyede bir alan oluşursa ya da oluşturabilirsem elbette var olacağım siyasette. Ama sadece ceylan derili koltukta oturmak, değerlerimden ödün vererek, el kaldırıp indirme makinesi gibi davranmak benim karakterim olamazdı. Ben yine kendim gibi davranıyorum. İnandığım doğruları milletimle paylaşacak alanlarda yine var olmaya devam ediyorum… Bir zamanlar bu kadar yakın çalıştığınız arkadaşlarınız, sizin fikirlerinizi soruyor mu? İlişkileriniz nasıl? Hayır… Partide iken de sormadılar. Gerek duymadılar buna. Ben de sabır ve kararlıkla bildiklerimi, gördüklerimi onlarla paylaştım. Pek çok rapor ve görüş bildirdim kendilerine. Ne yazık ki bazı analizlerimin şimdiden gerçek çıktığını görmek de bana üzüntü veriyor. Yine yazmaya, yine söylemeye devam ediyorum. Edeceğim. Bu benim milletime olan sorumluluğum. Beni elektriği, suyu, yolu olmayan bir köyden çıkartıp, en yüce çatının altına gönderen milletime her zaman sadık bir hizmetkâr olacağım… Yazarın Notu Röportajda adı geçen Anadolu AGB şirketinin internet sitesine bir göz atmanızı isterim. Medya-rayting ilişkisi ile ilgili bir kanaatiniz olur mutlaka! http://www.agbnielsen.net/whereweare/dynPage.asp?lang=english&id=375&country=Turkey GÜLENAY PINARBAŞI HABER AJANDA-OCAK 2008 Kaynak: http://www.akoder.org/haber_detay.php?haber_id=179 16/02/2008“BANA YUNANİSTAN’IN RAYTİNG ŞİRKETİNİ VERİN, SİZE ON YIL İÇİNDE ELİNDE TÜRK BAYRAKLARI İLE DOLAŞAN YUNANLI BİR NESİL YETİŞTİREYİM” Turhan Çömez... Tezkere görüşmeleri sırasındaki Irak gezisi, Latin Amerika’daki solcu liderlerle görüşmeleri, Maliye Bakanı’na beklenmedik çıkışı, aynı hükümette yer aldığı Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’yu yetiştirme yurtlarındaki sorunları örtbas etmekle suçlayışı, Nazım Hikmet’in mezarını ziyareti ve milletvekilliğinin son günlerinde ki “Bizler kurşun asker değiliz, el kaldırıp indirme makinesi de değiliz” demeciyle ciddi tartışmalara yolaçtı… Turhan Çömez... Tezkere görüşmeleri sırasındaki Irak gezisi, Latin Amerika’daki solcu liderlerle görüşmeleri, Maliye Bakanı’na beklenmedik çıkışı, aynı hükümette yer aldığı Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’yu yetiştirme yurtlarındaki sorunları örtbas etmekle suçlayışı, Nazım Hikmet’in mezarını ziyareti ve milletvekilliğinin son günlerinde ki “Bizler kurşun asker değiliz, el kaldırıp indirme makinesi de değiliz” demeciyle ciddi tartışmalara yol açtı… Peki şimdi ne yapıyor? Türkiye’de medya eliyle gerçekleştirilen büyük değişimi, “stk”lar öncülüğündeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyor… ANADOLU AGB! BU İSİM TESADÜF MÜ!!!!! Bugün medyanın, tüm dünyada bir psikolojik savaş aracı olduğu tartışmasız kabul ediliyor. İnsanlar uyuşturuluyor. Bir zamanlar asla kabul edemeyeceğimizi düşündüğümüz haller artık dikkatimizi bile çekmiyor. Devletin sorumluluğu nedir bu noktada? Psikolojik savaş, çağımızın en önemli savaş yöntemlerinden biri. Tanksız, tüfeksiz savaş yöntemi diyebiliriz. Tarih boyunca psikolojik savaş hep kullanılagelmiştir. Bugün de güçlü devletlerin tamamı bu yöntemi kullanır. Genellikle hedef ülke halklarına karşı kullanılır. Kendi ülkesinin halkına da yapılacak dışsal psikolojik saldırıları önlemek için tercih edilir. Nadiren de pozitif olarak tercih edilir. En temel enstrüman medyadır. Genellikle, hissettirmeden, fark ettirmeden yapılır. Bunun için özel eğitimli ve donanımlı uzmanlardan yararlanılır. Bu artık bir bilim dalıdır. Ve devletin sorumluluğundadır. Hükümetler geçici olduğu için asıl sorumluluk devlettedir. Bu çok özel bir politikadır ve değişen iktidarlarla değişmeyen, sadece gelişmesi gerek bir uygulamadır. Devletin öncelikli sorumluğu halkını dışarıdan gelecek psikolojik saldırılara korumaktır. İkinci sorumluğu ise, halkının moral değerlerini güçlendirici, birliği bütünlüğü tesis edici, özgüven sağlayıcı uygulamaları yapmaktır. Diğer bir önemli sorumluğu ise, hedef ülkelerde kendi dış politik beklentilerine ve ulusal çıkarlarına uygun olarak psikolojik operasyon enstrümanlarını kullanarak sonuç almaktır. Asıl olan bunun öneminin bilinmesi ve doğru yöntemlerin yeteri ve gereği kadar uygulanabilmesidir. Reyting tartışması yapılırken, “Reyting” ölçen cihazın, sayısının yeterli olmadığı, dolayısıyla sağlıklı bir ölçüm olmadığı dile getiriliyor. Ama asıl gözden kaçan ve bence çok önemli olan, reytingleri kimin ölçtüğü. Sizin bu konuda araştırmalarınız olduğunu biliyorum. Bu kuruluş, milli bir şirket mi? Adı Anadolu ama!!! Bu tür milli kavramların tercih edilmesi de bir psikolojik operasyondur. Osmanlı’nın çöküş döneminde, Düyun-u Umumiye ile birlikte Galata Bankerleri türemişti. Avrupa’nın ucuz kredileri Osmanlı’ya yüksek faizlerle borç olarak verilmişti. İngiliz kaynaklı bir banka olan Osmanlı Bankası’na da bu isim özellikle tepki oluşturmaması için verilmişti. Demek ki hala aynı mantık tercih ediliyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin hepsinde reyting ölçümlerini milli şirketler yapar. Çünkü ölçümler, o ülkenin sosyal dokusunun, insan beklenti ve tavırlarının genetik kodlarıdır. İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeler reytinglerini milli şirketlerine ölçtürüyor. Biz de bir İngiliz şirketine ölçtürüyoruz. Devlet denetleyemiyor. Sadece özel denetim yapıldığı söyleniyor. TV. ÖLÇÜMLERİ YABANCI İSTİHBARATLARIN ELİNDE İngilizler, kanunen bu ölçümleri kimlerle paylaşmak zorunda? Kimseyle! Bilgilerin tamamı devlette, yani MİT, Genelkurmay, Başbakanlık ve RTÜK’te yok. Sadece bazı televizyon kanallarının programlarının izlenme oranları veriliyor. Oysa bu şirket, tüm bilgilere sahip. Yani sizin hangi yaş grubundan, hangi sosyokültürel düzeyden, hangi bölgeden, hangi cinse sahip insanlar, ne zaman neyi seyrediyor ve tepkileri neler, bunu bu şirket biliyor. Ama benim devletim bilmiyor. Bu bilgiler, bir yurt dışında bir merkezde saklanıyor. Ve sadece o şirketin bir numarası, gerekli yerlerle (kendi devletinin servisleri ile muhtemelen) paylaşıyor. Sizin genetik kodlarınızın ayrıntıları çıkartılıyor. Bunu sizin paranızla yapıyor ama size vermiyor, Kendi kullanıyor. Bir de denetimsiz reyting ölçümleri ile toplumunuzun tüketim alışkanlığı şekillendiriliyor. Reklam pastası tanzim ediliyor. İddialı bir söz olacak ama bana Yunanistan’ın reyting şirketini verin, size on yıl içinde elinde Türk Bayrakları ile dolaşan Yunanlı bir nesil yetiştireyim. Yani bu kadar önemli ve etkili. Ama ilgili ve yetkili kademeler bundan ne kadar haberdar açıkçası emin değilim. Bu durum yani yabancı bir şirketin ölçmesi halka başka nasıl etkilerde bulunabilir? Halkın tüketim alışkanlıklarına yansır. Halkın televizyon izleme alışkanlıklarına yansır. Bu alışkanlıkları şekillendirir. Son on yılda magazin kültürü bu toplumu nasıl esareti altına aldı diye düşünüyorsunuz? Televizyonların reklam pastasından elde edeceği gelirlere yansır. Hepsinden önemlisi, halkınızın düşünce, davranış kodları hakkında bu kadar detaylı bilgiye sahip olan dış güçler, bunu yeri ve zamanı geldiğinde çok iyi kullanır ve sizi psikolojik saldırılara karşı zayıflatarak amaçlarını gerçekleştirir. ELOĞLU BU PARALARI BENIM IÇIN Mİ VERIYOR ACABA? Türkiye'de STK'lar öncülüğüne bir değişim yaşanıyor. "Sivil toplum düşüncesi" Türkiye'ye yeni ufuklar açabilir mi? Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Tarihimiz boyunca biz sivil toplumun gücünü hep hissettik ve bunun çok güzel örneklerini verdik. Bir Ahi kültürü ve sistemi hala Anadolu’nun önemli güç ve dinamiklerindendir. Sivil toplumun gücü, dünya tarafından bizden çok sonra fark edilmiştir. Ve bugün bu güç gelişmiş devletler tarafından hedef ülkelerde kullanılmaktadır. ABD’nin Soros destekli vakıfları hedef ülkelerde çok ciddi çalışmalar yaptı. Türkiye’nin demokrasinin tüm kurum ve kurallarının işlediği, merkezi Anadolu olan, Türkiye olan STK’lara ihtiyacı var. Bu kuruluşlar halkın sadece sosyo-kültürel gelişimi için değil, moral motivasyonu için de son derece önemli. Türkiye’de bunlar var mı diye sorarsanız evet var diye yanıt veririm. Yeterli mi derseniz, hayır derim. Tabii bu bir kültür. Bu kültürün olgunlaşması için, ailelere, eğitim sistemine, medyaya ve aydınlara çok önemli sorumluluklar düşüyor. “SINIRLAR ARASINDA” programında Banu Avar bize turuncu devrimlerin stklar eliyle başarılmış bir dönüştürme-öğütme operasyonunu gösterdi. Siz de hükümette bulunmuş bir vekildiniz. Bu açıdan sormak isterim; yöneticiler bu durumun ne kadar farkında? Alınan fonlarla yapılan hizmetleri safça, “oh ne güzel halka hizmet” diye mi değerlendiriyorlar? Yoksa “ben kendim için o fonları kullanırım” deyip batıyı mı saf sanıyorlar!? Milletvekilliğimin son dönemlerinde bir vekil arkadaşıma, kendisinin Soros’un vakıflarından para desteği aldığı yönündeki iddiaları sormuştum. Son derece rahat bir yanıt verdi. “Evet alıyorum” dedi. Hatta, “450 bin dolar aldım geçenlerde ne var yani” diyerek hayret etti bu soruma. Durum bu. Gelen fonların hangi amaçlara hizmet ettiği ortada. Alman Henrich Böll Vakfının, Diyarbakır’da Kürt konferansını fonlaması, DTP’ye para yardımı yapması sizce ne anlam ifade ediyor? Eloğlu bu paraları benim için mi veriyor acaba? Bu kadar saf olmanın anlamı yok. STK’ların gücü ortadadır. Bu güç hedef ülkelerde de en etkin şekilde kullanılmaktadır. Esas olan sizin ne yaptığınız bunlara hangi önlemleri aldığınız ve nasıl karşı atak geliştirdiğinizdir. Ne yazık ki Türkiye’nin karnesi bu konuda pek iç açıcı sayılmaz. BUGÜN TÜRKiYE’Yi BiR KOALiSYON HÜKÜMETi YÖNETiYOR Bir siyasetçi gözüyle, şu günlerde ülkeyi bekleyen en büyük tehlikeyi nasıl tanımlıyorsunuz? Toprak kaybı mı, savaş mı, medya desteğiyle yozlaşma mı, gaflet mi, yoksa cehalet mi ? Hepsi önemli. Duyarsız olmak, milli şuuru yitirmek, eğitimsiz kalmak, birbirinden uzaklaşmak bu toplum, bu millet için en büyük tehlikedir. Ekonomik sorunları bunun arkasında zikretmek isterim. Aç kalabilirsiniz ama ayakta durusunuz. Bir milletin ruhunu, inancını, ideallerini, heyecanını, şuurunu, birlik-beraberlik arzusunu, ulusal onurunu yitirmesi, o millet için en büyük felakettir. Bizimle ilgili hesapları olanların en temel hedefleri de bunlar zaten…Osmanlı da bu tür zaaflar nedeni ile dağıldı. Son darbeyi de borçları vurdu. Ama en büyük tehlike ise, sorumluğunun farkında olmayan, zavallı yöneticilerdir… Bunun faturası çok ağır olur… ERMENİ LER DÜN DE KULLANILDILAR Ne var bu bölgede bu kadar çekici gelen? Bu coğrafya çok özel. Tabiatı ile bu coğrafyada var olmanın, koşulları da özel, bedelleri de özel. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri de muhteşemdir bu toprakların. Her ne kadar bugün biz kendimiz arayamadığımız için bulamamış ta olsak bu toprakların her bir karışının bir hazine olduğunu biliyor ve buna inanıyorum. Anadolu’nun sadece bitki örtüsü bile tüm AVRUPA’dan çok neredeyse… Mesela, Kaz Dağları’nda dünyada hiç eşi ve benzeri olmayan 30 çeşit bitki var… Tabi en önemli değeri de devlet geleneği olan, birikimi olan, genç bir nüfus potansiyeli. Gereği gibi değerlendirilse dünyaya yön verecek bir güç. Bunu biz belki fark etmiyoruz ama bizim üzerimizde hesapları olanlar çok iyi biliyorlar. Bir de tarih boyunca hep var olmuş görünmeyen değeri var ki o çok önemli. Jeopolitik, jeostratejik değeri. Hesapların belki de en büyüğü bununla ilgili olarak yapılıyor. Nasıl hesaplar? Kimler tarafından yapılıyor? Açın lütfen… Napolyon’un hatıralarını okuyun… Osmanlı’nın yıkılması için Milleti Sadıka olan Ermenilerin isyan ettirilmesinden bahseder. 16. Yüzyıl da Rusların en temel dış politikası da Ermenilerin isyanına yönelikti. Çünkü sıcak denizlere inmenin tek yolu doğu ve güneydoğu bölgemizdeki Ermeni yurttaşlarımızı kullanmak, onları isyan ettirip payanda bir devlet kurmaktan geçiyordu. İngilizlerin de Ermenileri kullanma arzularının arkasında başka bir neden vardı. İpek yolunun kontrolünün Ruslarda ve Osmanlı da olmaması çok önemli idi. Hindistan’ın geçiş güzergâhı olan bu bölgenin kontrolde olması için Ermenilerin kullanılması gerekiyordu. Bugün de aynı şey söz konusu. Irak, İran, Kafkasya, Karadeniz, Balkanlar, Akdeniz ve Kıbrıs için, Türkiye vazgeçilmez stratejik değere sahip. İsrail için bile öyle. O nedenle bu topraklarda pek çok çevrenin gözü de hesabı da olmuştur, olacaktır. Bu topraklarda güçlü bir şekilde var olmanın da ona göre gerek şartları vardır. BAŞÖRTÜSÜNE KİLİTLENMİŞ BİR MUHALEFET ANLAYIŞI ORMANIN ÖNÜNE KONAN KÜÇÜK BİR KİBRİT ÇÖPÜ GİBİDİR… Bu şartları oluşturmaya çalışmak yerine, muhalefet, hükümeti asıl dinamikleri yani icraatları üzerinden değil de başörtü üzerinden eleştiriyor. Bu ülkede başörtüsünü eleştirerek yapılacak siyasetten ne Türkiye ne millet ne de onu eleştiren siyaset kurumu yarar sağlamaz. Yapılacak eleştirinin de reel olması ve yapıcı olması gerekir. Milletin sağduyusu her şeyi fark ediyor. Bu ülkenin geldiği ve gittiği noktayı tartışmak, geleceği öngörmek, muhtemel süreçleri ele almak sanırım daha doğru olurdu. Dış politika, ekonomi, tarım, eğitim ve daha pek çok konu var konuşulacak. Başörtüsüne kilitlenmiş bir muhalefet anlayışı ormanın önüne konan küçük bir kibrit çöpü gibidir… Siz neler yapıyorsunuz, seçimlerde aday olmadınız? İnandığım gibi yaptım ve aday olmadım. İlerleyen dönemde, inandığım temizlikte, kalitede, olgunlukta, seviyede bir alan oluşursa ya da oluşturabilirsem elbette var olacağım siyasette. Ama sadece ceylan derili koltukta oturmak, değerlerimden ödün vererek, el kaldırıp indirme makinesi gibi davranmak benim karakterim olamazdı. Ben yine kendim gibi davranıyorum. İnandığım doğruları milletimle paylaşacak alanlarda yine var olmaya devam ediyorum… Bir zamanlar bu kadar yakın çalıştığınız arkadaşlarınız, sizin fikirlerinizi soruyor mu? İlişkileriniz nasıl? Hayır… Partide iken de sormadılar. Gerek duymadılar buna. Ben de sabır ve kararlıkla bildiklerimi, gördüklerimi onlarla paylaştım. Pek çok rapor ve görüş bildirdim kendilerine. Ne yazık ki bazı analizlerimin şimdiden gerçek çıktığını görmek de bana üzüntü veriyor. Yine yazmaya, yine söylemeye devam ediyorum. Edeceğim. Bu benim milletime olan sorumluluğum. Beni elektriği, suyu, yolu olmayan bir köyden çıkartıp, en yüce çatının altına gönderen milletime her zaman sadık bir hizmetkâr olacağım… Yazarın Notu Röportajda adı geçen Anadolu AGB şirketinin internet sitesine bir göz atmanızı isterim. Medya-rayting ilişkisi ile ilgili bir kanaatiniz olur mutlaka! http://www.agbnielsen.net/whereweare/dynPage.asp?lang=english&id=375&country=Turkey GÜLENAY PINARBAŞI HABER AJANDA-OCAK 2008 Kaynak: http://www.akoder.org/haber_detay.php?haber_id=179 16/02/2008

Hiç yorum yok: