15 Ağustos 2009 Cumartesi

TÜRKİYE'DE HİÇBİR SUİKAST RASTGELE GERÇEKLEŞTİRİLMİYOR,HEDEFLER ÇOK DİKKATLİ SEÇİLİYOR

Sayın Aydoğan KEKEVİ'nin gönderdiği, Rahmetli Necip Hablemitoğlu'nunaşağıdaki yazısını okuyunca, Sayın Hablemitoğl'nun Uzgörüsüne Hayranoldum. Allah Rahmet Eylesin
TÜRKİYE - ÇİN İLİŞKİLERİNDE GÖZARDI EDİLEN BİR BOYUT: HÜKÜMET - ÇİN- DOĞU TÜRKİSTANDr.
Necip Hablemitoğlu
T.B.M.M.'nden güvenoyu alan Milliyetçi Ana-Sol Hükûmeti'nin "KoalisyonProtokolu"nda Çin Halk Cumhuriyeti'ne özel olarak yer verilmesi, TürkBasınında sadece haber olarak yer aldı, tartışılmadan da unutulup gitti. Türkiye'nin son dönemlerde izlemeye çalıştığı güçlü ve kişilikli bir dışpolitika imajını yerlebir eden bu "Koalisyon Protokolu" maddesi, yeni hükûmetin önemli bir zaafını da gözler önüneserdi. Öncelikle açıklık kazandırılması gereken konu, koalisyon Ortakları arasında ihtilâfa neden olan ve sonuçta Çin Halk Cumhuriyeti'ne adeta "dokunulmazlık" ve "tek kayırılan ülke" statüsükazandıran bu aşamaya nasıl gelindiğiydi.
Sorun, aslında çok geçmişe uzanmakla birlikte, Sayın Mesut Yılmaz'ın Başbakanlık yaptığı 56.Hükûmetin son günlerinde yayınlanan bir genelge ile ortaya çıktı. Türk Tarihi'nde eşi ve benzerine rastlanılamayacak ölçüde "yüzkızartıcı"sonuçları olan bu genelgeyle, Türkiye'de yaşayan Doğu Türkistan kökenli Türklere ait vakıf ya da derneklerin Çin Halk Cumhuriyeti'ni hedef alan her türlü protesto gösterilerine izin verilmemesi öngörüldü, bir başka ifadeyle yasak getirildi...
Çin Halk Cumhuriyeti'nin resmi talebi üzerine bu genelgeyi yayınlayan eski Başbakan Mesut Yılmaz nerede yanılmıştı? Ve sonra da niçin bu hususun "Koalisyon Protokolu"nda yer almasında diretmişti? Sayın Ecevit ve Bahçeli neden bu dayatmaya boyun eğmişti? İşte busorulara kısmen açıklık getirebilecek bilgiler: 1. Türkiye, tüm Avrupa ülkelerinde, Rusya'da, İran'da ve daha pek çok yerde en çok protestolara muhatap olan ülkedir. Büyük elçiliklerimiz, konsolosluklarımız, Turizm ve T.H.Y. bürolarımız,her fırsatta Türkiye ve Türklük karşıtlarınca saldırıya uğramaktadır.
DHKP-C, TİKKO, PKK gibi aşırı sol ve bölücü nitelikli teröris törgütlerin yanısıra, Kaplancılar, İBDA-C'ciler, Hizbullahçılar, MilliGörüşçüler ve daha pek çok şeriatçı örgüt ve cemaatlar, sırf bu eylemlere katılsınlar diye söz konusu ülkelerin gizli servisleri tarafından beslenmekte, güdümlenmekte ve yönetilmektedir. verilebilecek binlerce örnek arasında en güncel olanı Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki duruşması sırasında verdiği ifadeler arasında yer almıştır.
Öcalan,militanlarına dokunulmaması karşılığında Almanya'nın İç İstihbaratServisi olan "Alman Anayasası'nı Koruma Örgütü" (Bundesamt fürVerfassungsschutz - BfV) yöneticileri ile birkaç kez bir araya geldiğini ve pazarlık yaptığını, aynı olgunun Hollanda'nın servisi BVD için de geçerli olduğunu itiraf etmiştir
Azılı bir Alman faşisti olarak bilinen BfV Örgütünün Başkanı Dr. Peter Frisch ya da diğer servis yetkililerinden ve de hükûmet yetkililerinden hiçbir tekzip gelmemiştir.
Hal böyleyken, diplomatik dokunulmazlığa sahip temsilciliklerimize her fırsatta saldırılar vaki olurken, bunlara yaptırım uygulayamayan, önleyemeyen Türkiye, nasıl olur da Çin'in bu yoldaki taleplerini "komutanından emir alan bir ast edasıyla" hemen yerine getirir?!.
Bu ülkenin duyarlı insanlarını bir genelge ile"zaptürapt" altına alabileceğini sanan Mesut Yılmaz ve AnavatanPartisi yönetimi, bu ödünün karşılığında Çin'den ne almıştır,sorusunun cevabı ise çok daha yüz kızartıcıdır, koskoca bir hiçtir...
2. Çin'de binlerce yıldır Doğu Türkistan olarak bilinen ve sonra Mao döneminde "Şin Jiang" olarak adı değiştirilen Uygur Özerk Bölgesinde (ki 1.828.418 kilometrekare büyüklüğü ile tüm Çin Halk Cumhuriyeti'nin 1/6'sını oluşturmaktadır) yaklaşık 30.000.000 Türk(çoğunluğu Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar vb.) yaşamaktadır.
Petrol, doğalgaz, uranyum gibi stratejik değere sahip çok zengin maden rezervlerine sahip olan Doğu Türkistan Türkleri, Mao dönemiyle birlikte inanılmaz baskılara muhatap edilmişlerdir. Asimilasyonu hedefleyen Çin'in azınlık politikası sonucu, binlerce aydını idam edilen, cahil ve geri bırakılan, temel hak ve özgürlüklerden yoksun tutulan Doğu Türkistan Türkleri, bunca baskının üstüne, Çin Hükûmeti'nin nükleer silah denemelerine -hiçbir bilimsel koruma önlemi alınmaksızın- maruz kalmışlardır.
Mao sonrasında bütün bu baskılar,hem de uygar dünyanın gözleri önünde el'an devam etmektedir. Abdullah Öcalan'ın yakalanması ve yargılanması sürecinde tüm dünyadan gelen ve hepsi de "insan hakları" patentli müdahalelere karşı hiçbir şey yapamayan Türkiye, eli kanlı bir terörist için bile her türlü müdahalenin yapılabildiği bir dönemde, 30.000.000'luk soydaş kitlesine bırakın -insan hakları açısından- sahip çıkmayı, onlara baskı yapan faşist Çin Hükûmeti'nin taleplerine boyun eğmeyi yeğlemiştir.
Bu kişiliksiz politikanın sorumlularının bu ülkede "milliyetçilikten"bahsetmeye hakları olmasa gerektir...
3. Çin'deki Türklerin insan hakları ile ilgili girişimlerde bulunmaktan kaçınan ve Türkiye'deki Türk vatandaşlarının da bu soydaşlarının haklarına sahip çıkmasını yasaklayan bu sapkın zihniyetin sahipleri, kendilerini savunabilecek iki gerekçeyi öne sürmektedirler: Birincisi, Çin ile ikili ekonomik gelişmelerde tıkanıklık yaratmamaktır.
Oysa, toplam ihracaat ve ithalatda Çin'inyeri, Almanya, Fransa, A.B.D., Rusya Federasyonu ve hatta İtalya'dan geridir. Çin sadece mal satılacak büyük bir Pazar değildir, aynızamanda tüm ürettiklerini dünya pazarlarına sokabilen büyük bir ekonomik devdir. Üstelik, almadan asla vermeyen milliyetçi bir ekonomik anlayışa sahiptir. Bir başka ifadeyle, Türkiye Çin için -tıpkı Japonya örneğinde olduğu gibi- Avrupa Topluluğu ülkelerine sıçrama tahtasıdır, olanakları geniş bir pazardır. Dolayısıyla "Çin her sattığımızı almaya hazır, aç bir açık pazardır, Çin'ikaybetmeyelim" gerekçesi cahilce yapılan kısır bir varsayımdan öteye gidemez. İkincisi, bir dost ülkenin içişlerine müdahale sakıncasıdır ki, bu gerekçelerin en mantıksızıdır. Şöyle ki:
4. Çin Halk Cumhuriyeti, 1960'lı yılların sonlarından itibarenTürkiye'nin içişlerine iki ayrı yönden müdahale etmektedir:
Birincisi,Türkiye'de "Maocu" olarak ortaya çıkan yapılanmalara tam bir lojistik destek vermek; ikincisi ise, daha önce Türkiye'ye göç etmiş DoğuTürkistan cemaatini kontrol altında tutmak!..
Çin bu amaçla Türkiye'deki servis elemanları vasıtasıyla çok büyük meblağlar akıtmıştır, akıtmaya da devam etmektedir.
Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi'ne bağlı MSS (Devlet Güvenlik Bakanlığı), Guoanbu (GuojiaAnquan Bu), MPS (Kamu Güvenlik Bakanlığı), Halk Kurtuluş Ordusu bünyesi içindeki 8341 Unit-Central Security Regiment örgütünün İkinci Departmanı ve Uluslar arası İrtibat Departmanı ve Yeni Çin HaberAjansı (Xinhua), Türkiye ile ilgili tüm istihbarat ve ajitasyon faaliyetlerinden müteselsilen sorumludur.
Çin İstihbaratının faaliyet gösterdiği 50'nin üzerindeki ülke arasında Türkiye ön sıralarda gelmektedir. 1949'da Çin Komünist Partisi'ne bağlı olarak kurulan ve başlangıçta KGB tarafından yapılandırılan Çin İstihbarat Servisi,Mao'nun ölümünden sonra, yakın zaman öncesine kadar (ilişkilerbozuluncaya kadar) C.I.A. tarafından modern yapılanmaya kavuşturulmuştur. Dolayısıyla asla küçümsenmeyecek deneyimli kadro ve tekniklere sahiptir.
Servisin Birinci ve Dördüncü Bürosu DoğuTürkistan Türkleri ve Çin'e gelen Türk vatandaşları ile ilgilenirken,İkinci, Altıncı, Sekizinci ve Dokuzuncu Büroları ile Dış İlişkilerBürosu Türkiye'ye ve diğer hedef dış ülkelere yönelik faaliyet göstermektedir. Servisin, Yeni Çin Haber Ajansı'nın yanısıra, yönetim ve uluslar arası ilişkiler alanlarında elemanlarına akademik düzeyde eğitim veren iki enstitüsü de bulunmaktadır. Çin Servisi'nin Batı'daki en önemli desteği, Almanya Dış İstihbarat Servisi olan BND(Bundesnachrichtendienst), Ortadoğu'daki ise İran'ın malûm servisidir. Almanya, İran ve Çin ekseninde en önemli hedef ülke ise jeopolitik konumundan dolayı Türkiye'dir. Çin, Almanya ve İran ile aleni işbirliği yaparken, Irak, Libya ve Yugoslavya'ya da aleni destek vermektedir. Dikkat edilecek olursa, bu ülkelerin hepsi, A.B.D.'ne veTürkiye'ye karşıdır. A.B.D., Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Çin'deki tüm insan hakları ihlâllerine ve Doğu Türkistan Türklerine yapılan baskılara gözlerini kapatarak destek verirken, son yıllarda yolları ayrılmıştır. Şimdi, C.I.A., Tibetlilerin yanısıra DoğuTürkistan Türklerinin haklarını arama çabasına girişmiştir. Elbette ki samimi değildir, çifte standart uygulamaktadır, ama ülkesinin bölgedeki çıkarlarının gereğini yerine getirmektedir. Ya Türkiye?!. 30Milyonluk bir soydaş kitlesine arkasını dönmeyi ve demokratik tepkileri boğmayı yeğleyen sünepe bir devlet imajı çizmiştir. A.B.D.Hükûmeti'nin birinci derecede kayırılan ülke statüsünden çıkardığı ÇinHalk Cumhuriyeti'nin talebini "emir" kabul ederek yerine getirmek,Türkiye'nin uluslar arası gelişmeleri ve değişimleri iyi algılayamadığı gibi değerlendirmelere yol açmıştır.
SONUÇ: Bir halk özdeyişiyle "almadan vermek Allah'a mahsustur".Çin Türkiye'ye ne vermiştir ki karşılığında bu ayrıcalığı haketmiştir? Türkiye bir "muz cumhuriyeti" değildir; gösteri hakkıAnayasa ile güvence altına alınmıştır. Bir genelge ile anayasal birhakkın yasaklanması, sınırlandırılması mümkün değildir. Bu aczisergileyen yöneticiler, "Abdullah Öcalan idam edilmesin" yolundaki dışbaskılara nasıl direnebileceklerdir? Sayın ANAP yöneticileri bu ödünkapısını Çin'e sorumsuzca açarken, diğer hasım ülkeler için de kötübir örnek sergilemişlerdir. Hiç şüphesiz bunun arkası gelecektir. Amadaha da önemlisi akıllara vahim bir soru gelmektedir: KendileriniAlman ekoluna mensup kabul eden kimi politikacılar, Çin'e Almanyaistediği için mi koşulsuz ödün vermişlerdir? Alman ekolu, A.B.D.ekolu, Arap ekolu... Yazıklar olsun!.. Ama bugünkü Türkiye gerçeğimaalesef bu!.. Milliyetçilik de, müslümanlık da, demokratlık dabunların tekelinde!..

PEKMEZ'İN TARİHÇESİ

Asmanın anavatanı olan Anadolu çok eski çağlardan beri zengin üzüm çeşitleri ile ünlüdür ve ülkenin hemen hemen her yeri de bağcılığa elverişlidir. 
İkinci bin yıl Anadolu tarihinde Hititlerin günlük yaşamlarının tarıma dayalı olduğu görülmektedir. Yazılı ve arkeolojik kaynaklar, yabanıl ve evcil bitki ve hayvan yaşamı konusunda net bilgiler vermektedir. Hititlerin başlıca ürünleri buğday ve arpa idi; ama bezelye, fasulye, soğan,keten,incir, zeytin, üzüm ve elma da yetiştiriliyordu. 
MÖ. 2000 başlarında Erken Hitit Çağı olan Asur Ticaret Kolonileri Çağına ait eski Asur lehçesinde yazılan metinlerde bağ bozumundan bahsedilmektedir. Konya-Karahöyük kazılarında Erken Hitit Çağına ait birinci katta (M.Ö. 1750 civarı)üzüm çekirdeklerinin kalıntıları bulunmuştur. Kazılarda ayrıca üzüm salkımı biçiminde kaplar da meydana çıkartılmıştır. 
Hitit kanunlarında"bağ" (bağ çubuğu) ve "şarap" konusunda hükümlerin bulunması Hitit ekonomisinde bağcılığın önemine işaret etmektedir. Çivi yazılı tabletlerin incelenmesinden devlete ve tapınaklara ait bağlar bulunduğu gibi kişilere ait bağların varlığı da anlaşılmaktadır. 


Bağ bozumu bayramının varlığı da,bağcılığın Hitit ekonomisindeki önemini vurgulamaktadır.Üzüm ve bağcılık, Türklerin erken çağlardan beri tanıdıkları bir kültürdür.Bu kültürü incelerken halkın kullandığı deyişler ve sözcükler de önemli ipuçları vermektedir. Türkler Orta Asya'da iken bağcılık önemli tarımsal bir faaliyettiGöktürklerden Çin'e üzüm ihraç ediliyor ve bu üzümler Çin halkı tarafından çok beğeniliyordu.

 Uygur çağında da Turfan ovası üzüm bağları yönünden çok zengindi ve Çin'e üzüm teveğ de buradan gitmişti. Ayrıca Uygurlar pekmez ve şarap üretiyorlardı. Çin'deki şarap üretimi de Türklerin yaşadığı Turfan bölgesindeki yöntemlere göre yapılmaktaydı.On birinci yüzyılda, Türkler meyvelerden şerbet yapıyor ve taze meyvelerinde suyunu çıkarıyorlardı. 
Kaşgarlı Mahmud, "sadece onun (adamın) üzümü şıra yaptığından" söz etmekte; kayısının da sıkılarak suyundan şerbet yapıldığından bahsetmektedir. Yaş üzümden o zaman bekmes (pekmez)yapıldığını ve bugün kavut, o zaman ise talkan denen kavrulmuş arpa ununa pekmez katılarak yenmekteydi. Pekmezden ayrıca, şurup yapıldığı da bilinmektedir. Üzüm sıkma zamanı için Türklerin "sıkman" terimini kullanmaları üzüm ve üzümden elde edilen maddelerin Türklerin beslenme alışkanlıklarındaki oynadığı rolü göstermektedir.Türkçe bir söz olan üzüm, Türkçe yazılı belgelerde Uygur Çağı ile başlamaktadır. Uygur Türklerinin tıp kitaplarında kuru üzüm, yani kuru üzüm bazı hastalıklara ilaç olarak öneriliyordu. Üzüm kurutma işi, XI. yüzyıl kaynaklarında görülmekte ve "o adam üzüm kuruttu'' denmektedir.
Üzüm toplamak, üzüşmek sözü Kaşgarlı Mahmud'a göre "üzüm toplamada yarı ş etmek"anlamında kullanılıyordu. Üzüm sözünün üz kökünden türemiş olduğu ileri sürülmektedir. Batı Türkleri arasında üzüm sözü aslına daha yakın olarak gelişmiştir. Anadolu'ya yakın olan Mısır ve Kıpçak Türk kültür çevrelerinde bazen, yüzüm şeklinde de söylenmiştir. Osmanlıların ilk çağlarında Orta Avrupa'da yaşamış olan Kuman Türkleri de üzüme yüzüm veya kuru yüzüm diyorlardı. Eski Anadolu ile Doğu Türkistan gibi, birbirinden çok uzak Türk kültür çevrelerinde ise eski Türkler gibi, üzüm denilmesine devam edilmiştir. Batı Türklerinin tesiri altında bulunan, Kalmuk gibi Moğol kesimleri de üzüme, üzm demişlerdir."Üzüm bağı", Uygur Türk kültür çevresinde, yaygın olarak borluk sözü ile karşılanıyordu. Eski Uygur Türkçesi ile yazılmış kitaplarda "Şimdi bu adamı ileteyim de, benim üzüm bağımı gözetsin" gibi sözler görülmektedir. Bağ sözü Türklere biraz daha geç çağlarda girmiştir. Türklere, Soğd-Tacik komşuları yolu ile Batı Türkistan'dan gelen bag veya bağ sözü, Uygur çağında daha çok, bahçe anlayışını karşılıyordu. Uygurlar, bag, borlug, tarıg, yani "bahçe,bağ vetarla" demek yolu ile ekim yerlerini, birbirinden ayırmış oluyorlardı. Onbirinci yüzyıl Türklerinde ise bağ sözü iyice yerleşmiş ve ''üzüm bağı veya üzüm asması" karşılığı olarak söylenmeye başlanmıştır. Bundan sonra,bağ sözü Türk ziraat kültürünün bir malı olmuş ve Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türkler tarafından da bugüne kadar kullanılmıştır. Türklerin Anadolu'ya gelmeden önce bağcılık kültürü olduğundan Anadolu'ya geldikten sonra üzüm çeşitlerinin sayısını da araştırmışlardır. Çünkü Anadolu'da da çok eski veyerli bir bağcılık kültürü vardı. XI. yüzyıl Orta Asya Türkleri kara üzüm için mesiç üzüm diyorlardı. Taneleri birbirine girmiş ve sıkışmış üzümler için de tıkma üzüm, üzüm koruğuna bazı XI. yüzyıl Türkleri talka veya tarka diyorlardı. Kaşgarlı Mahmud'un Divanı Lugat-It Türk adlı eserinde üzüm ismi aynı kelime ile üzüm olarak geçmektedir."Ol üzüm sıktı", yani o üzüm sıktı, üzüm sıkmakta bir başkası yardım da ediyordu " ol manğa üzüm sıkışdı"demektedir.Yine bu anlamda sıkturdı, "ol üzüm sıkturdı" burada üzüm sıkanbirisininolduğu tahminen de bunun için para karşılığı işçi çalıştırıyorlardı.Üzümlerin sıkma zamanına sıkman denmiştir. Demek ki üzüm sıkılaraksuyu eldeediliyor ve bu sıkılan üzümün suyunu içiyorlar, kaynatıyorlar vepekmez deyapıyorlardı. Buna en güzel delil çuwşadı, çagır çuwsadı yani şırakaynadıve köpüklendi sözleri olup, o üzümünü şıra yaptı manasında "ol üzümniçagırladı", ekşi şıraya da çifşeng çagır demişlerdir. Ayrıca, üzümsıkmaktainsanlar birbirine yardım da ediyorlardı ve üzümler başka birisine desıktırılıyordu. Üzümlerin tanelenmesi anlamında "ol üzümni közedi''denmiştir. Korukların kizarmaya veya üzümlerin olgunlaşmaya başlamasımanasında "talka alardı", üzümün renklenmeye ve olmaya başlamasına ise"üzümönglendi' denmiştir. Asmaya çardak yapıyorlardı ve asma çardağıüzümlendianlamında "badhıç üzümlendi' diyorlard. Üzüm asmasına Xl. yüzyılda bağdeniyordu.Bugün ise üzüm asmasının bulunduğu yere bağ denmektedir. Üzümbağlarına özelbir ağaçtan çardak yapılması üzüm üretimine verilen önemigöstermektedir kibazı Türkler (Kencekler) üzüm salkımına buşinçek adını veriyorlardı.Selçuklular döneminde meyvecilikte en önemli yeri üzüm üretimi işgalediyordu. Et kurutmasında olduğu gibi meyve kurutmalarına da kakdeniyor,erik yarmasına "erük kakı" adı veriliyordu. Fakat meyveler içinde ençokkurutulan üzümdü. Bir besin maddesinin çok kurutulması üretiminin bololduğunun en güzel kanıtı ve kışlık yiyecek hazırlandığının dagöstergesidir. Selçuklular çağında Anadolu'da bağ ve bahçelerde çoksayıdasebze ve meyve yetiştirilmekteydi. Mevlana, Mesnevi adlı eserininbirçokbeytinde meyvelere yer vermiş, "Meyve manadır, çiçek onun sureti, oçiçekmüjdedir, meyve nimet!', bir başka beyitte "Görünüşte dal, meyveninaslıdır,fakat hakikatte dal meyve için var olmuştur" demektedir. Korukhakkında birbenzetmede "Hastalıktan donmuş, kalmış bir koruksun sen, hâlbukikoruklar,şimdi kuru üzüm haline geld sen hala hamsın" demektedir. Bu dönemdemeyvelerbahçelerden sepetlere toplanmakta, bazı meyveler özellikle üzüm ipe veçubuğa dizilerek hevenk yapılmaktadır. Bir beyifte Mevlana, "Birisibaşınabir sepet alıp ağaçlıklardan geçse, sepet silkmeden meyvelerledolardı.Meyve hevenklerı, dallardan aşağılara kadar sarkar, gelip geçenlerinyüzlerine sürtünürdü' demektedir. Pekmez hakkında "Pekmez içinde nekaynatılırsa, pekmez lezzetini alır""Havuç, elma, ayva ve cevizpekmezdekaynatılsa, hepsinde de pekmez lezzeti olur" şeklinde ifadeetmektedir.Günümüzde asma yaprağından yapılan sarma ve dolmalar Türk mutfağınınengözde yemekleri arasındadır. Asma yaprağı da beyitlerde adı geçensebzelerden olup, "Her gece üzüm çotuğunun ucunu yerdı, onunla iftarederdi,yedi yıl bu haldeydi'" Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim"denmektedirTürklerde helvanın esası kavut idi, un ilk önce yağ ile kavrulur vekavutunüzerine de bal, şeker veya pekmez dökülürdü. "Kavutu olan pekmezekatar,aklı olan ise Öğüd tuta," bu eski Türk atasözü Kaşgarlı MahmudtarafındanSelçuk çağının başlarında derlenmiştir. Kavut, "yağa veya pekmezekatılmışve kavrulmuş buğday unu" demektir. Bal ve pekmez kavuta çiğ olarak dakatılabilir ya da bunlarla pişirilmiş de olabilirdi. Talkan iseyalnızcakavrulmuş un karşılığı olarak söylenmiştir. Daha çok buğday ve hububatkavurmak için söylenen bir söz olup, aslında kavrulmuş un ya datahıldır.Kavut sözüne eskiden kagut veya kogut da deniyordu. Talkan, eskiTürklerdekavut anlamında kullanılan ikinci bir sözdür. Loğusa veya yeni doğumyapmışkadınlara sütü çok artırsın diye "darı helvası" yediriliyordu. Buyemek eskiTürkler tarafından darı kavutuna pekmez ya da şeker katılarakyapılıyordu.