20 Ağustos 2008 Çarşamba

OZİRİS HAKKINDA



Harf yazısının ortaya çıkışı ile görüşlerimi aktarmaya devam ediyorum. İlk olarak Tengri damgasından söze başladım ve bu damgadan iki farklı harfin ortaya çıktığını gösterdim. Bunlar O ve T harfleridir.
Yuvarlak O harfi görüntüsünü güneşten aldığından güneş tanrının da simgesi olmuştur. T harfi ile yan yana geldiğinde /ateş/ demek olur ki bu da güneşin ısı yayan özelliğinden türetilmiştir.
O harfi güneş tanrı olduğuna göre O ile ilgili olan diğer tek heceli sözcükler de Ön-Türk kökenli olmaları gerekir. Örneğin OZ, OL, ON sözcükleri de tanrısal sözcüklerdir ve onları ayrı ayrı incelemek gerekir. Bunların her biri *kök* sözcüklerdir.
Öncelikle OZ sözünden başlayalım. OZ kök sözcüğü bugün dahi kullanmakta olduğumuz ÖZ sözünün aynıdır. Yani asıl kaynak, en önemli tek tanrı ve her varlığın özü anlamındadır.
Ön-Türk toplumlarında geçerli olan din şaman dini idi. Şaman sözünün aslı KAM sözüdür.
Kamlık veya kamanlık belli insanların manevi uçuşlar yapabilme yeteneğini ifade etmektedir. Bu manevi uçuşlar öze ulaşmak ve özleşmek anlamını taşır.
Yani şaman kişiler kendi fiziksel bedenlerinden çıkıp manevi uçuşlar yaptıklarında OZ'laşıyorlardı. Bu sözcük diğer kültürler tarafından alınmış ve değişikliğe uğratılmıştır.
Ancak her kültürde bir asıl tanrı, tanrılar tanrısı, tanrıların kralı vardır.
Örneğin, kadim Mısır kültüründe tanrılar tanrısı Osiris adlı tanrıdır. Osiris sözü OZ-İRİS olarak okunur. Sondaki –is takısı Yunan kökenli olup sonradan eklenmiştir.
Asıl adı /OZ-İR olup öze ait, özle birleşmiş olan/ demektir. –İR takısının /ait/ demek olduğundan söz ettim. İR takısı sonraları tek başına büyük tanrı adı olarak kullanılmış ve tanrı RA olarak Mısırda varlığını sürdürmüştür. Demek ki, en kadim dönemde OZİR olarak bilinen tanrılar kralı sonraları RA adı ile varlığını devam ettirmiştir. Biz genelde bu iki tanrının farklı olduklarını sanırız.
Oysa ki tapınaklarda Tanrılar kralı olarak hep Osiris resmedilir. RA ise sadece söz edilir ama resmini bulamazsınız.
Yukarıda ki şekilde tanrılar tanrısı Osirisin tahta otururken resmini görmekteyiz.
Hiyeroglif olarak da Osiris üç adet şekil ile betimlenir.
Bunlar ilki sakallı insan resim ki, bu simge genel olarak /tanrı/ anlamını taşır.
İkincisi, Taht resmi ki, bu da en yüce tanrı /tanrılar tanrısı/ demektir.
Üçüncüsü ise, göz resmi. Bu da /herşeyi gören tanrı/ demek olmaktadır.
OZ adı ile anılan bir diğer tanrı Yunan panteonunun en büyük tanrısı ZEUS adlı tanrıdır.
Bu isim ZE-is şeklinde okunmalıdır. Sondaki –is takısı belirtgen olup ihmal edilebilir.
Ön-Türklerin tek bir damga ile bütünsel kavramları aktardıklarını gördük.
Burada söz konusu olan damga yıldırım düşmesini andıran Z damgasıdır. Gökten inen yıldırım görüntüsü veren Z kadim Yunan kültürü tarafından ZE olarak okunmuş ve oradan ZEUS adı doğmuştur. Fakat asıl damganın adı OZ olduğunu görüyoruz. Yunan mitolojisi uzmanlarına sorun, Zeus adının anlamı nedir? diye, emin olun hiç biri bilmez. Sadece bir isimdir, deyip atlatırlar. Oysa ki OZ olup, tanrıların kralıdır.
OZ damgasının gelişimi* Aşağıda ki Şekilde OZ damgasını ve Z harfinin ortaya çıkışını görüyoruz.
Resmin sol üst kısmında görülen Ön-Türk damgaları gökten inen şimşek veya yıldırım görüntüsü aktarıyorlar.
Orhon kitabelerinde görülen S1 harfi kalın sesli harflerle bir arada seslendirilir.
Bu işareti SA, AS, SU, US, SO, OS, SI, IS şeklinde okumak mümkündür.
S2 işareti ise Sİ, İS, SE, ES, SÖ, ÖS, SÜ, ÜS olarak okunabilir.
Finike abecesinde Z sesini veren harf I şeklinde olup adı *Zayn* idi.
Zayn şeklinde yer ile gök birer kısa yatay çizgi ve her ikisine hakim olduğu anlamını veren bir dikey çizgi görüyoruz.
Bu da OZ olan asıl tanrının simgesidir.
Arap Elif harfi de dikey bir çizgidir ve aynı şekilde, tanrıyı simgeler.
Erken Yunan abecesindeki S harfinin S1 harfinden küçük uzantının eksilmesi sonucu oluştuğunu görmekteyiz. Bu işaret de şimşek işaretidir. Daha sonra köşeler yuvarlak hale dönüşerek Latin S harfi ortaya çıkmıştır.
İnce seslerle uyum sağlayan S2 damgası büyük olasılıkla İS şeklinde seslendiriliyordu bu sözcük de Ön-Türk dilinde /kendi, özü/ anlamında dikey bir çizgi olarak gösteriliyordu. Bu sözcük Almanca IST ve İngilizce IS (okunuşu iz) olarak varlığını devam ettirmektedir. Z sesi hem Zeus adında hem de Zeta harf adı olarak Yunan abecesinde vardır.
Ön-Türkçe Z damgasının günümüzde "*-iz*" takısı olarak kullanıyoruz. Bu takı da çoğul olarak (geliriz, gideriz, güleriz….) şeklinde var olmayı belirtiyor. Çoğul olarak kullanılan –iz takısı aslında /yüksek ben, ÖZ olan ben/ demektir.
Ön-Türk damgalarından bir diğeri de "su" damgasıdır. Bu damga, bildiğimiz göl veya denizin dalgasından mülhem kırık bir çizgidir. Türkmen halı deseni olarak, su damgası halen varlığını sürdürür.
Antik Mısır yazısında MU olarak okunan işaret üst üste binmiş üç adet su damgasıdır. Anlamının da *"su"*olduğu biliniyor.
Yunan Sigma harfi ile Latin M harfi aynı damganın farklı yönlere dönmüş halleridir.
Bu bakımdan M ile S ilişkisi de ortaya çıkmaktadır. Su, mu, süt, myölk, milk sözcükleri bu unutulmuş ilişkiye işarettirler.
Nitekim, İngilizce "ME (okunuşu *mi*) sözcüğü ile Fransızca MOİ (okunuşu *mua*) sözü de /ben/ demek olup her ikisi de M harfini içermektedirler.
Ön-Türkçeden aktarılmış olan Farsça MEN sözcüğü de ben demek olduğuna göre, tüm bu ilişkilerden S, Z ve M harflerinin Ön-Türk OZ damgasından dönüşerek simgeleştikleri sonucuna varmaktayız.
Bu yazı Doç. Dr. Haluk BERKMEN in çalışmalarından iktibas edilmiştir.

15 Ağustos 2008 Cuma

OK DİLLERİ

Sevgili okurlarım aşağıda ki alıntı bir Türk dili irdelemesidir.Sitemde yer alan Bu tür yazılar Türk Milleti'nin köklerinin ne denli ekilere dayandığını göstermesi bakımından ilginç gelmiştir,paylaşmak istedim.
OK DİLLERİ
Tur ve OK boylarının Akdeniz kıyılarına yerleştiklerini söyledim.Fransa'nın güney bölgesine Langue D'Oc adı verilir.
Bunun anlamı /OK dili/olup o bölgede konuşulan dilin farklı olduğuna işarettir.
Zaten Fransızca sözü dahi /Lingua Franca/ sözünden türer ki Latince "Ortak Dil" demektir.Demek ki, Fransa birleşip tek bir ülke olunca ortak bir anlaşma diligerektiğinden Latin kökenli Fransızca kabul edilmiştir.
Fransa'nın güneyinde birçok mahalli dil konuşulurdu. Bunlar OK dili,Provensal, Overnya, Gaskon, Limuzin ve Alp dilleridir.
Güney Fransa OK'ları *(Bakınız yukarıdaki harita)
OGH veya OKH sözü /biz/ (yüksek olan yönetici ben) demek olduğundan bu sözündeğişimlerine değinmek isterim. Türk boyları zamanla bu sözü OĞ şeklinde telaffuz etmişler ve oradan OĞUZ adı gelişmiştir.
OGH-UZsözünün anlamı /biz yönetici olanlarız/ demektir. Diğer dönüşümü de EĞOşeklindedir. Eğo sözünü bugün Ego olarak kullanıyoruz. OĞ sözünün yunanca'yageçmiş halidir EĞO. Macarlar da "ben" için EGİM derler. Ayrıca, OĞ sözünden üçüncü şahıs için kullanılan O ortaya çıkmıştır. Buişaret de aslında Tengri damgasındaki daireden türer ve /yüksek benlik/anlamını içerir.
Ayrıca O sesinin ortaya çıkışında dudakların yuvarlak birşekil alışı da etkin olmuştur. OĞLAN sözü de "yüksek benliğe ulaş" demek olmaktadır.
Savaşçı ve yönetici kişinin taşıdığısilah olan ok da aynı kök sözcükten türer. Ural Dillerinde "tek" anlamını veren sözcüğün OK'tan türediği anlaşılıyor.
OK güneşin yer yüzündeki temsilcisi olduğundan birliğin de simgesi olmaktadır. Ural dilerinde ise BİR veya TEK kavramı ile OK kök sözünün ilişkilerini gösteren örnekler: *Fince 1:* Üksi (OĞ'uz => Oksi => Üksi);
*Estonya dilinde 1 :* Üks; *Macarca1:
* Egi (OĞ => OG =>EG => EEGİ) Diğer Ön-Türkçeden türeyen dillerde:
*Keşmirce 1 :* Akh (Okh => Akh), *Gucarati1 :
* Ek, *Hindu 1 :
* Ek, *Bengali 1 :
* Aek (Okh =>Akh => Aek),
*Dravidian 1:* Okko ve Okur,
*Farsça 1 :* Yek,
*Ermenice 1 :** *Yergu., örnekleri vardır. Anadolu'ya yerleşmiş olan Ön-Türk OK boyları bugünkü Göreme bölgesindeki peri bacalarını oymuşlardır.
Anadolu'nun merkezindeki Kapadokya adının ne anlama geldiği tam olarak bilinmemektedir.
Pek çok fikir üretilmiştir bu konuda. Benim görüşüm KAPADOKYA şu şekilde ayrılabilir. KAPA-D-OKYA. Son sözcük OKYA, OK'ların ülkesi OK-ÖYÜ olup aynen Türkiya gibidir.
KAPA sözü ise "küçük kapalı barınak, küçük kapalı yer" anlamındadır ki bu sözcüğü halen kullanıyoruz.
Ortadaki D 'ait' anlamında olup Türkçe'-dır' takısının yer değiştirmiş şeklidir.
Yani peri bacalarının (kayalara oyulmuş küçük barınakların) bulunduğu Kapadokya bölgesi "OK'lara ait kapalı barınakların bulunduğu bölge "anlamındadır.
Yine demek oluyor ki ilk Hıristiyanlar bu bölgeye gelmeden çok önce OK'lar bu kaya evleri oyup yerleşmişlerdi. OK'ların simgesi olan ve Tengri damgasında bulunan daire içindeki eşit kollu haç (+) orada Hıristiyanlar gelmeden önce bile bulunuyordu, duvarlara kazılmıştı.
hıristiyan dininin simgesi olan haçın aslında bir ön-Türk simgesi ile ilişkili olduğu anlaşılıyor.
Göreme Peri Bacası* Eğer Göreme ve civar bölgeye gittiyseniz o kadar çok oyulmuş kaya evigörürsünüz ki bunların Romalılardan kaçıp sığınmış bir kaç Hıristiyan tarafından oyulmuş olamayacaklarını hemen anlarsınız.
Hatta o bölgede yeraltında 8 katlı yaklaşık 4000 odalı koca bir yer altı şehri bulunmaktadır.Bu odalara 15,000 kişinin sığabileceğinden söz edilmektedir. Kanıt olarak yukarıdaki resimde (2) Fransa Oklarının gelişimi ve simgeleri olan eşit kollu haçı görebilirsiniz. Demek ki Ön-Türk boyları çok eski dönemlerde Anadolu'ya gelip yerleşmişler, şehirler kurmuşlardır.
Tur ve Ok boyları akraba olup aynı dili konuştuklarından ortak merkezler de oluşturmuşlardır. TRAKYA bölgesi de bunlardan biridir. Çünkü: Trakya sözü TUR-OK-ÖYÜ (Tur ve Ok'ların bölgesi) demektir.
ÖYÜ sözü Yunan diline -YA takısı olarak geçmiştir. Böylece ülke adları Alman-ya, İtal-ya, Polon-ya yerleşmiştir. Keza TROİA sözü de TUR-ÖYÜ sözünden türer ve Truva halkının Ön-Türk halkı olduğu anlaşılır.
İtalya'nın doğusundaki TYREN denizi de TUR-an (Tur halkına ait olan) demektir. İtalya'da Toskana bölgesi de keza TUR-OSK halkalarına ait bir bölge idi. Trakya'daki TIRNOVA şehri de TUR'ların ovası anlamınıtaşır.
Asya kıtasında ise TURAN bölgesi vardır ki bu da dediklerime kanıtolarak görülebilir.
Nihayet, Türk adı da TUR-OK sözlerinden türemiş olup,zamanla Türük, Török, Türk şekillerine dönüşmüştür. Doç. Dr. Haluk BERKMEN

14 Ağustos 2008 Perşembe

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN İTİKAT FELSEFESİ

MATURİDİLİK
Rahmetli Atatürk ,Osmanlı döneminin ülke çapındaki dağınık din felsefi akımlarının Osmanlıya verdiği ciddi zararları telafi etmek ve Türk Milleti'nin Allah yolunda daha ciddi ilerlemesini sağlamak için Maturidi hz.lerinin Akıla dayalı felsefesini baz almış ve bu gün meydanı boş bulan bir takım ulema bozuntularının tahrip gücü istismarlarını önlemeye çalışmıştır.Nedir Maturidilik.Bunu Burada anlatmayacak ancak aşağıda meseleyi biraz olsun anlamanızı sağlayacak bir kıyaslamayı bilginize sunacağım.İslam Şeriat'nın Çok tartışıldı yıllarda ortaya çıkan bu görüş karşıtlarına Es'ari denmekte idi.Daha detaylı bilgiyi ileride sizlere vermek için çaba sarf edeceğim. Ancak İki görüş arasındaki farklar bazı konularda açıklanmaya çalışılmıştır.Bunun tartışmasını ulemalara bırakarak ;
Matüridî ile Es’ari arasindaki baslica fikir ayriliklari sunlardir:
Cüz’i irade:Es’arilere göre cüz’i iradeyi Allah yaratir. Matüridîlere göre ise cüz’i iradeyi Allah yaratmaz Hüsün ve kubuh: Es’arilere göre hüsün ve kubuh, yani bir seyin iyi veya kötü oldugu aklen bilinemez. Hüsün ve kubuh , Allah’in emir ve nehiyleriyle bilinir. Allah bir seyi emrettiyse o sey iyidir. Allah bir seyi yasak etti ise o sey kötüdür. Matüridîlere göre ise hüsün ve kubuh akil ile idrak olunur. Emir ve nehiy bir seyin iyi veya kötü olduguna delalet eder. Herhangi bir sey iyi ise Allah onu emretmistir. Kötü ise Allah onu yasak etmistir. Allah’i tanima: Es’ariler, Allah’i tanimanin ser’an vacip oldugunu söylerler. Matüridîler ise Allah’i tanimanin aklen vacip oldugu fikrindedirler. Tekvin: Es’ariler tekvini itibarî bir sifat olarak kabul ederler. Hakikî sifat olarak kabul etmezler. Matüridîler ise tekvinin, kudret ve irade gibi hakiki bir sifat oldugunu söylerler. Kula gücü yetmeyecek seyleri teklif: Es’arilere göre Allah’in kula gücü yetmeyecek seyleri teklif etmesi caizdir. Mesela cisimleri yaratmak gibi. Matüridîlere göre ise Allah’in kulun gücü yetmeyecegi seyleri ona teklif etmesi caiz degildir. Illiyet ve hikmet: Es’ariler ‘Allah’in fiileri için sebep aranamaz’ der. Onun fiileri hikmet ile bagli da degildir. Çünkü Allah yaptigindan sorumlu degildir. Sorumlu olan kullardir. Matüridîlere göre Allah abesten münezzehtir. Allah’in fiilleri hikmeti icabi meydana gelir. Çünkü Allah Hakîm’dir, Alîm’dir. Allah tekvinî fiilerinde ve teklifî hükümlerinde hikmetini gösterdi ve irade etti. Hasili Allah’in fiileri hikmeti ile baglidir ve fiiller bir sebebe baglidir. Bu Allah’in abesle mesgul olmasinin icabidir. Allah yaptiklarindan sorumlu degildir. Ezelde ma’duma hitap: Esariye’ye göre ma’duma ezelde ilahî hitap taalluk eder. Buna göre Allah ezelde Mükellim’dir. Matüridîye’ye göre Allah ezelde Mükellim degildir. Çünkü ma’duma ezelde ilahi hitap taalluk etmez. Es’arilere göre nübüvvet için erkeklik sart degildir, kadinlar da nebi olabilirler. Nitekim Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Havva ve Hz. Musa’nin annesi nebidirler. Matüridîlere göre ise nübüvvetin sartlarindan birisi erkek olmaktir. Kadinlar nebi olamazlar. 9. Ibadetin ifasi: Es’ariler müslim olmayanin ibadetle mükellef oldugu reyindedir. Onlara göre gayri müslimler bu sebeple de ceza görürler. Matüridîler ise, müslim olmayanlarin ibadeti ifa ile mükellef almadiklari reyindedirler. Onlar küfürden dolayi ceza görürler ve fakat ibadeti ifa etmedikleri için cezaya çarptirilmazlar. Irtidat: Es’arilerce mürted yeniden imana dönerse amelleri de avdet eder. Matüridîlere göre ise mürted imana dönse de amelleri avdet etmez. Tevbe-i ye’s: Es’arilerce tevbe-i ye’s makbüldür. Maturilerce makbul degildir. Kur’ân: Es’arilerce Kur’ân’in bazi âyetleri, bazilarindan büyüktür. Matüridîlere göre ise, büyük olamaz. Mensuplari tarafindan ‘Hidayet sancagi’, ‘Hidayet önderi’, ‘Kelamcilarin lideri’ gibi övgülere mazhar olan ve ve buna ragmen tabakat ve mezhep tarihi kitaplarinda isminden bahsedilmeyen Matüridî, hayati boyunca ehl-i sünnet akidesini ögretmek ve müdafaa etmek için çaba göstermistir. Gerek tamamen akla dayanan Mu’tezile ile, gerekse nakle dayanan selef akidelerinin iyi yönlerini birlestirmis ve ehl-i sünnet çizgisini muhafaza etmistir. Kaynak: Köprü dergisi

13 Ağustos 2008 Çarşamba

*Aztek ve Maya dilleri*

BURADA OKUYACAĞINIZ ALINTI ARTIK TÜRK MİLLETİ OLARAK BATININ BİZE YÖNELTTİĞİ AŞAĞILIK KOMPLEKSİNDEN KENDİMİZİ KURTARMAMIZ GEREKTİĞİNE BİR KANITTIR.
HAYATTA HİÇ BİR ŞEY TESADÜFİ DEĞİLDİR.BATILILAR İSE DÜNYANIN MERKEZİ DEĞİLDİR.YALNIZCA MADDİ GÜÇ MERKEZİDİR.MİKRO MİLLİYETÇİLİĞİ DE BU YÜZDEN TEŞVİK EDERLER.VE HER ŞEYİ KENDİLERİNE GÖRE ,KENDİ İNANÇLARINA,KENDİ MASALLARINA GÖRE YORUMLARLARLAR.
TÜRK MİLLETİ GELECEĞİ PLANLARLARKEN BU GEREÇEKLERDEN HAREKET ETMELİDİRLER.NEYDİK DEĞİL NE OLACAĞIZ DEMELİDİRLER.GÜNLÜK SİYASİ OYUNLARLA GÜNÜĞ KURTARMAK SİYASET DEĞİLDİR.GELECEĞE HER SAHADA YATIRIM YAPMAKTIR.SONUÇLARINI BİZ GÖRMESEK DE ÇOCUKLARIMIZ BİZİ HAYIRLA ANACAKLARDIR.
DİLDE İŞTE VE FİKİRDE BİRLİK SAĞLAMADIĞIMIZ SÜRECE GELECEĞE BAĞIMSIZ BİR ÜLKE OLARAK ULAŞAMAYIZ.
Sadece Maya'lar değil, tüm kuzey, orta ve güney Amerika kadim kültürlerin kökeni Asya kıtasıdır. Bu yerleşim günümüzden yaklaşık 15,000 yıl önce başlamış ve birçok dalgalar halinde zamanla sürmüştür. Amerika yerli dilleri üzerine derin ve karşılaştırmalı araştırmalar yapan iki dilci Joseph Greenberg ve Merritt Ruhlen adlı önemli uzmanlardır. Onların ifadesine göre Amerika kıtasına en az üç farklı ve büyük göç dalgası olmuştur. (Bkz. SCİENTİFİC AMERİCAN,Kasım 1992. sayfa60). Bu dalgalardan en önemli olanı orta ve güney Amerika bölgelerine yerleşmiş olan Maya, Aztek ve İnka kültürlerini getirmiş olan dalgadır. Her üç kültürün ortak bir dile sahip oldukları fakat zamanla bu dillerin değişik ağız ve lehçeler halinde ayrıldığını biliyoruz. Ayrıca kuzey bölgede büyük bir dil gurubu olan Atapaskan dil gurubuna ait pek çok kızılderili dilinin varlığı bilinmektedir. Tüm bu Asya kökenli diller Türkçe ile ilgilidirler. Hepsi de ortak bir kök dilden türemiştir. Bu kök dile Ön-Türkçe de diyebiliriz. Fakat Rus dilciler bu kök dile Nostratik demeyi uygun bulmuşlardır. Nostratik hakkında pek çok yayın vardır. Fakat ne yazık ki, bizim yerli dilcilerimiz Ön-Türkçe üzerine asla eğilmemekte bu konuda araştırma yapmadıkları gibi, yapanları da küçümseyip alay etmektedirler. Türkçe ile ilgili dedim. Asla, bire bir eşit demek istemedim. Bu ilgiyi veya ilişkiyi bulup çıkarmak hem hoş bir uğraş olmakta, hem de dünya dilleri hakkında daha derin bir bilgi elde etmemizi sağlamaktadır. Örneğin, "Maya" sözü Türkçe "kök, asıl cevher" anlamına gelir. Bira mayası, ekmek mayası hepimizin bildiği sözlerdir. Şu halde Maya kültürü Ön-Türkçe "Kök kültür" anlamına gelmektedir. Keza, "Aztek" adı da Az-tek şeklinde iki heceye ayrıldığında "Az fakat tek olan" yani kendine has olan bir kültür anlamını taşımaktadır. Az sözcüğü z-s dönüşümü göz önüne alındığında ASYA sözünde vardır. Asya sözü de "Az-öyü" demek olmaktadır. Öyü sözü "yerleşim bölgesi" demek olup bugün kullandığımız "köy" sözü "OK-öyü" (Ok'ların yerleşim bölgesi) olmaktadır. OK adı Ön-Türklerin kendilerine ve kendi yöneticilerine verdikleri bir isimdi. Bu konu oldukça derin bir araştırma konusu olduğundan daha ileride söz edeceğim. ATAPASKAN dil gurubunun adı da Ön-Türkçe olarak Ata-Başkan şeklinden başka bir şey olmadığı görüşündeyim. Dilciler bu tür benzetmeleri küçümserler ve hep "tesadüf" olarak göz ardı ederler. Oysa ki tesadüfler pek çok olunca artık tesadüf olmaktan çıkarlar. Son Maya kralının adı da Ata-Hualpa idi. Hualpa sözü Hu-Alp (Yüce) anlamını taşır. Kuzey Amerika'da yaşayan ve halen varlığını sürdüren bir diğer gurubun adı ANASAZI'dır. Bu dil gurubunu da Ön-Türkçe Ana-Sözü (anadil) şeklinde ayırdığımızda anlamı apaçık ortaya çıkmaktadır. Maya kültürünün kendi şehirlerine verdikleri isimlere bir bakalım. Bunlardan bazıları: Tikal, Palenque, Kopan, Kalakmul, Uaxactun ve Altun-Ha şehirleri veya daha doğrusu yerleşim merkezleridir. Şimdi sırasıyla bu yerleşim adlarını inceleyelim: *Tikal:* "Tekil" yani kendine has olan, tekil olan demek olmaktadır. Çünkü "Tik" kök sözcüğü Ön-Türkçe olup "tek" demektir. Tek sözünü Kızılderili dillerde TİK olarak buluyoruz. Yunanca işaret parmağına 'Dahtilo' denir ki bu da TİK =>TEK =>TAH =>DAH dönüşümü ile oluşmuştur. Daktilo dediğimiz alet "parmaklarla çalışan" demektir. Latince TE (sen) 'ikinci tekil kişi' demektir. Burada da işaret parmağı ile gösterilen ikinci şahıs anlamı vardır. *Palenque:* P sesinin aslı B sesidir. Yani Palenk şeklinde okunan bu şehir adı "Barık" sözünden dönüşmüştür. Ayrıca R ile L dönüşümü de çok yaygın olduğu bilinmektedir. Barık, ise "Barınak", yani "konumlu yer" demek olmaktadır. Asya kıtasının Türkler tarafında ilk kurulmuş yerleşim bölgesinin adı "Başbarık" , yani "Baş-yerleşim yeri" idi. Baş yerleşim ise bugünkü dilde "baş-şehir" olmaktadır. Zamanla Başbarık, "Beşbarık" ve "Beşbalık" olmuştur. Oysa ki ne beş ile ne de balık ile hiçbir ilgisi yoktur. * Kopan:* Bu şehir adı da halen bugün bile kullandığımız "kopan" (ayrılan, merkezden kopan) anlamını taşır. Anlaşılan bu şehir asıl Maya bölgesinden coğrafi olarak ayrı bulunduğu için Kopan adını almıştır. * Kalakmul:* Bu adı da ikiye ayırıp Kalak-Mul şeklinde okumak gerekir. "Kalak" sözü "kalalım" anlamını taşır. Nasıl ki "alalım" sözü "alak" idiyse, "kalalım" da "kalak" idi. "Mul" ise M nin yine B ile olan ilişkisinden ve L ile R dönüşümünden Mul sözü "BUR" yani "burada kalalım" demek olduğunu sanıyorum. Ancak bu yaklaşımın doğruluğu araştırılmalıdır. * Uaxactun:* Bu isim "uzaktın" ve daha doğru şekli de "uçaktın" olsa gerek. Çünkü X harfi genelde Ç sesi ile okunur. Uçaktın, derken uçmak kastedilmiyor. "Uçak" Uçta olan, uzakta olan kast ediliyor. * Altun-Ha:* Bilindiği gibi altın sözü ile "Ha" (yüce, kutsal) sözünün birleşimi var bu isimde. Hakan, Hazret, Hakk sözlerinde hep bu Ha kökü bulunmaktadır. Ayrıca Maya dilinde Han "bir" demektir. Doç. Dr. Haluk BERKMEN

RUS – GURCU SAVASININ GOSTERDIKLERI

Ruslar Rusya Carlik ve Sovyet zamanindan beri imparatorluk psikolojisini her zaman korumus Slav kultur, dil, ulusal menfaatlerini baskin bir sekilde hissetirmistir.
Bir uc ornek gostermek gerekirse Osmanli buyudukce kozmopolit bir yapiya donusurken kurucu asli unsur olan Turklugun etkisi azalmis, Rusyada ise bu hic bir zaman olmamis Slav olmak veya Slava benzemek bir yere gelmek icin olmaz ise olmaz kosul olmustur.
Rus tarihi incelendiginde cok sert yoneticiler tarafindan yonetildikleri gorulmektedir. Esasen bu tarihi kisaca gaddarlik ve katliamlar sureci olarak da adlandirabilirsiniz .
Bunun ipuclarini Rus edebiyatini inceleyen herkes gorebilir. Tabii bu uzun despotik yonetim ile kati sinifsal yapinin olusturdugu devlet makenizmasinin yasattigi devlet teroru, katliamlar ile getirdigi sefalet donemlerinin Rus halkinin psikolojisi uzerinde iyilesmesi - duzelmesi imkansiz ruhsal yaralar acmis oldugu bir gercekliktir.
Ruslar Avrupalı fizyonomileri icinde Mogollar kadar disipline açik ve itaatkar, tek lidere muhtac, gaddarliga meyilli, sefalete sabirli, romantik derecede milli degerlere onem veren , egitim seviyesi yuksek bir millettir.
Bu yapilari onlarin farkliı milletleri cok kanli bir sekilde yonetimleri altina alma sekillerinde gorulur. Tarihte bunun bir cok ornegi olup ozellikle biz Turkler bunlarin bir coguna bizzat muhatap olmuşuzdur.
Ama Ruslarin takdir edilen en buyuk faziletleri yonetim altindaki toplumlari ve milletleri idare etmekte gosterdikleri becerileridir. Oda böl yönet – tokuştur seyret – isgal et baristir yontemidir.Dusunebiliyormusunu z Dünyanın bile Turk ismiyle adlandirdigi kocaman bir Turkistan cografyasinda 100 – 150 yuzyil oncesine kadar herkesin tek dille anlaştığı, ortak kulturleri ve tarihleri olan bir cografyadan dilleri ayri, kulturleri ayri, tarihleri ayri 5 yapay millet olusturmayi basarmislardir.
Ayrica Kafkasya ve Turkistan icinde oyle kucuk sorunlu bolgeler olusturmuslardir ki bir ulkelerden birinin Rusyanin sozunden cikmasi imkansizdir bunun aksi ya ic savas veya Rus mudahelesi olacagi kesindir.
Simdi bununla ilgili bir kac ornek verelim.Gurcistanda goruldugu gibi Acara, Abhazya, Osetler ile Ahiska Turklerinin Stalin tarafindan goc ettirilmesi ile bosalan topraklar yerlestirilen ayrilikci Ermenilerin durumu, Azerbaycanda Karabag Ermenilerinin sorunu, Zengelan ile Nahcivan. Orta Asyada yasayan cogu ayni milletten ( Turk ) ama Rus siyaseti sonucu aralarina nifak girmis veya sokulmasi muhtemel onlarca ayni soydan ama farkli kimlik verilmis kucuk topluluklar - gruplar.
Ruslar ile ilgili analizime son verirken Ruslarin tarihi imparatorluk gururundan hic bir sey kaybetmediginin tespitini yaparak kendi izin ve onaylari olmadan bir kusun bile ucmasina riza gostermiyecekleri son olaylar ile kendini gostermistir. Aksi durum onlara cok agir gelmekte hatta cildirtmaktadir.
Nasil olurda eski kole ondan izin almadan hareket edebilir. Tabii bu kisimda kendi milletimin bir ozelliginede atif yapmadan bu konuyu kapayamayacagim. Oda Turk milletindeki ustun karakter yapisi.
Gozunuzde canlandirin Osmanlinin parcalanmasiyle 24-25 devlet kuruldu. Size soruyorum siz hic bu devletleri olusturan milletlere bizim eski somurgelerimiz, halklarinada eski kolelerimiz gozuyle baktinizmi.
Peki yine o Osmanli dagilirken Balkanlardan ön Asyaya kadar zamaninda esit hatta cogu kere Turklerden daha imtiyazli vatandas olarak yasayan halklardan dunya tarihinin gordugu en trajik katliamlari yasamis bir milletin evladi olarak onlara karsi hala kin duyup nefret ediyor musunuz?.
Eger bizde Ruslar, Ingilizler ve Fransizlar gibi yapsaydik sizi temin ederim anadilimiz bugun dunyada encok kullanilan dillerden biriydi. Bunun yani sira iddiasina varimki bugun kendini Bulgar, Yunan vaya Arap olarak adlandiranlar o zaman öz Türklükte bizi saf olmamakla itham edip kendilerinin saf Turk olmalariyla gurur duyacaklardi.
Gurcistan ile ilgili goruslerime gecmeden evvel Ruslarin Turkiye’ye Turklere ve Turk alemine nasil baktigi, ne umdugu hususunu tarihsel surecte yasanmisliklardan aldigimiz derslerin neleri icerdigi hepimizce malum oldugu icin girmiyorum.
Gurculer Gurculer hepinizcede bilindigi gibi Guney Kafkasyada yasayan takriben 5 milyon nufuslu Ortodoks – Hristiyan bir halktir.
Bu halk tarih boyunca 2 gucun arasinda ( Musluman Turkler – Hristiyan Ruslar ) kalmislardir. Hristiyan olmalari sebebi ile guc dengeleri icinde daima Ruslara yakin durmayi ve Rus menfaatleri icin calismayi dini bir gorev addetmislerdir.
Uzun carlik ve Sovyet donemi her milleti oldugu gibi onlarida etkilemis Slav eimperyalizminin etkisi altinda kalmislardir. Ama gerek kendilerininde hristiyan olusu gerek ise Rusyanin en ucunda ve Turkiye hududu ile sinir halinde bulunusu bu baskilarin Carlik ve Sovyet topraklarinda yasayan soydaslarimiz kadar etkilenmemesini saglamistir.
Tabiki onlar icin butun Rus cografyasinda oldugu gibi Ruslar daima baba Rusya ise atavatan olmustur. Bu surecte tahsillerini orada yaparlar, onun ordusunda gorev alirlar aydinlari Rusca konusmaya ve eserler vermeye ozen gosterir. Gerci hic bir zaman Turkler kadar baski gormemislerdir.
Ne Batum ne Kirim ne Ahiska ne Gokoguz Turkleri gibi surgun edilmisler, ne Kazan Turkleri gibi kentleri yakilip yikilmis asimileye taabi tutulmuslar, nede Turkistan Turklugunun basina geldigi gibi milletleştirme propogandasina taabi tutulmus, tarihi anit ve binalari yikilmis nede kulturel degerlerine saldirida bulunulmustur.
Gunumuze geldigimizde bagimsizliklarinin Dunyaca kabulunden sonra uluslararsindaki guc dengesi terazisinde ABD yi ve yandasi AB yi secerek kefenin o yanina oturmustur.
Amerikanin kucagina kendilerini birakarak onun menfaatleri dogrultusunda calismayi vaad etmislerdir. Bu surecten sonra ulkeye yabanci yatirimcilar ve vakiflar gelmis ordu batinin formasyonundan gecirilmeye baslamistir. Bu donemde Gurcistanda milliyetcilik akimi hizli bir yukselis grafigi cizmis,
Ruslarin Gurcistan icinde biraktigi kucuk topluluklar onu rahatsiz etmeye baslamistir. Burada tekrar kuzey Gurcistandaki sorunlara deginmeyecegim sadece bu siyaset degisikliginin bagimsizligini ilk taniyan ulkelerden biri olan Turkiyeye yonelik olusturdugu olumsuz yansimalarini basliklar halinde irdeleyecegim.
a) Acara bolgesindeki Muslumanlara yonelik misyonerlik faaliyeti ve dini baskilar yapilmaktadir.
b) Gurcistnin dogusunda yasayan ve Gurcistan vatandasi olan Turklere baski ve gitim kisitlamasi, onlara yonelik teror eylemleri gerceklestirilmekte dir.
c) Buyuk Gurcistan hayalleri. Devlete ait bir tv kanalinda haber vakitlerinde programi sunan spikerin arkasinda yer alan ve Turkiyenin Dogu Karadeniz Bolgesinide Buyuk Gurcistan haritasi icinde gosterilerek halki hayali devlet icin motive etmek.
d) Gurcu universite ve vakiflarinin Dogu Karadeniz bolgemizde Gurcu tarihi – etnisitesi uzerine calismalar yapmasi. Bu konuda sempozyumlar, paneller duzenlenmekte, kitaplar basilmaktadir.
e) Turkiyede yasayan ve 1878 (93) savasinda Batum ile civarindan bugunku Turkiyeye goc etmis olan soydaslarimizda kimlik bunalimi dogurtarak onlarin aslen Gurcu oldugunu iddia etmekte ve onlarin hamiligine soyunmaya ugrasmaktadir.
f) Turkiyede yasayan muhacirlarin dernek ve vakiflari ile temasa gecmekte olup onlara Gurcuculuk faaliyetlerini yayginlastirmalari icin destek vermekte ve yardim etmektedir. Ne yazikki bazi saf iyi niyetli vatandaslarimiz ile bilincli olarak disaridan yapilan bu faaliyetleri yuruten, temsilciligini yapan vatandaslarimiz bulunmaktadir. Bu tur faaliyetleri AB ve yabanci vakiflarda fonlari ile desteklemektedir.
g) Turkiyedeki Batum muhacirlarinin gunumuzde yasadiklari koy, belde ve sehirler ile nufus durumlarinin tespiti hususunda arastirmalar yapilip haritalar olusturulmaktadir.
h) Gurcistandan tarihi Gurcistan topraklari denilen kisimlar ile Batum muhacirlarinin yasadiklari bolgelere duzenli trustik seferler adi altinda ziyaretler yapilarak bolge halkina ( Dogu Karadeniz ) bu hususuta propoganda calismasi yapilmaktadir.
i) Gurcistandan Stalin tarafindan 1940 li yillarda zorla goc ettirilen Ahiska Turklerinin topraklarina geri donmesine izin verilmemekte geri donenlere ise zorluklar cikartilmakta olup o bolgenin disinda yerlestirilmekte ve kendilerine Gurcu kimligini kabul etmeleri kosulu getirilmektedir.
j) Gurcistanin bagimsizlini ilk once taniyan ve askeri – ekonomik olarak en fazla yardimi yapmis olan Turkiyenin askeri personelini, Amerikali ve baska ulke askeri personeli orada durur iken ulkeyi terk etmesinin istenmesi.
Sonuc; Her yerde ve her zaman goruldugu gibi en kucuk ve en zararsiz gordugumuz ulkelerin bile Turkiyeye yonelik kendi menfaat ve hesaplari bulunmaktadir. Tabii simdiye kadar Gurcistanin gerceklestirdigi veya gerceklestirmeye calistigi faaliyetlerin onlarin cuzi iradesi ile ekonomilerinin destegi ile gerceklestirildigin i soylemek saflik olur.
Mutlaka bunlarin arkasinda buyuk veya orta capli guclerin yer aldigi tahmin edilmeyecek kadar alenidir. Ama bu guclerin neler oldugunu tespit etmek icin istihbarat uzmani olmaya gerek yok. Gunumuzde ulkemizin icinden gecmekte oldugu bu surecte dikkatli analiz yapildiginda buyuk ihtimalle AB, ABD ve Yunanistan gibi ulkelerin bu tur Turkiye'nin ulusal birligini ve toprak butunlugunu hedef alan faaliyetlere destek vermesi muhtemeldir.
Uyanik olmali her gelismeyi cok tahlil etmeliyiz. Ne yazikki millet ve devlet olma bilinci kisilik anlamda tam oturmayan bu tur kucuk devlet ve devletcikler kucuk menfaatler karsiliginda buyuk gucler tarafindan kullanilirlar.
Saglikli bir devlet ve komsuluk hukuku gelisteremezler. Mantikli bakildiginda gunumuzde Gurcistana Turk devleti ve halki kadar on yargisiz – menfaatsiz bakan baska bir millet yoktur. Umariz ileriki zaman icinde Gurcistan devleti ve halkida bunu gorur buyuk guclerin oyuncagi olmaktan vazgecerek Turkiye ile daha siki baglar kurmanin yollarini arar.
Gurcistanin dostu onu en zor zamanda yalniz birakan, satan ne ABD, AB ne eski somurgecisi Rusya nede Ermenistandir.
Gurcistanin yegane dostu Turkiyedir, Azerbaycandir. Bunu bilmeli ve buna gore kendine siyaset gelistirmeli ve yeni stratejiler uretmelidir.
Gurcistanin yasadigi bu olaylardan Turk dunyasininda ders almasi gerekmektedir. Eger Turkistandaki soydas devletler ile derhal birleserek Turkiye ve Azerbaycaninda icinde oldugu ortak bir birliktelik kurulmaz ise bugun Oset, Abhaz bahanesi ile Gurcistana yuklenen Rusyanin yarin oburgun Kazakistandaki, Ozbekistandaki Ruslari bahane edip saldirmayacagi, elegecirmeyecegi ne malum.
Onun icin butun Turk devlet liderlerini baslarini iki kollarinin arasina alarak dusunmeye davet ediyorum. Lutfen su sozleri unutmayin :-
Buyuk guclerin dostlugu yoktur sadece menfaatleri vardir.-
Ayi ile yatan gece uykusuz kalmayi goze almalidir.-
Domuzdan post Moskoftan dost olmaz.
Ve son veciz soz … Dilde, Fikirde, Iste Birlik…
Yasasin kardeslik, teklik ve dirlik.
Uzun yazimi okuma sabrini gosteren veya gosteremeyen herkese saygilarimi sunarim.
h.okan balcioglu

Güney Osetya Sorununun Yakın Tarihi

Bu yazı ASAM Stratejik araştırmalar kurumu sitesinden iltibas edilmiştir.Amacımız bölgemizde neler olup bittiğini okurlarımıza anlatmaktır.Ve bu konuda düşünmelerini sağlamaktır. Yazarı:
Hasan KANBOLAT 11 Agustos 2008 Gürcistan silahlı kuvvetlerinin, Gürcistan’dan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya’ya 8 Ağustos Cuma sabaha karşı girmesiyle başlayan savaş sürüyor. Bölgesel ve küresel dengeleri ilgilendiren bu savaşa kaynaklık sorunun yerel boyutunun bilinmesi de oldukça önemlidir.
Kafkasya sıradağlarının güneyinde bulunan Güney Osetya, 3.990 km²’lik yüzölçümü olan, küçük ve dağlık bir coğrafyaya sahiptir. Nüfusu yaklaşık 70 bindir bunun yaklaşık olarak 50 bini Oset, 15 bini Gürcü, 5 bini ise çeşitli Sovyet halklarından insanlardır. Kuzey Osetya’da yaklaşık 500 bin Oset bulunmaktadır.
Rusya Federasyonu, Kuzey Kafkasya ve Oset diasporası ile birlikte ise dünyadaki toplam Oset nüfusu 800 bini bulmaktadır. Osetler iki dinli bir halktır. Çarlık Rusya’sının Kuzey Kafkasya’yı ele geçirmesinin ardından, 1864 yılında ve 1877-78 Osmanlı-Çarlık Rusya’sı savaşından hemen sonra, Müslüman kökenli Osetlerin büyük çoğunluğu Ruslar tarafından Anadolu’ya zorunlu göçe zorlanmıştır. Anadolu’ya gelen Osetlerin büyük bölümü günümüzde Ankara ve İstanbul’da yaşamaktadır. Ancak 130 yıldır Anadolu’da yaşamalarına rağmen Osetlerin varlığı Türkiye’de pek bilinmemektedir. Türkiye’de Orta ve Doğu Anadolu’da 24 Oset köyü bulunmaktadır. Türkiyeli Osetler göç hikâyelerine ve sonraki tarihi olaylara bağlı olarak Kars (Sarıkamış)-Erzurum, Sivas-Tokat-Yozgat ve Muş-Bitlis olmak üzere üç gruba ayrılıyorlar. Günümüzde, Güney Osetya’da yaşayan nüfuslarının yaklaşık yüzde 95’i Ortodoks Hıristiyan ve yüzde 5’i Müslümandır. Bölgenin başkenti Tskhinvali’dir (Türkçede “Tsinvali” okunur). Diğer yerleşim birimleri Java, Leningori ve Znauri’dir.
Osetler, Alan ırkından geldiklerini iddia ederler ve kendilerine bu adı verirler. Bu nedenle, Kasım 1994’de, Güney Osetya’nın hemen üzerinde bulunan Kuzey Osetya’nın adına 'Alanya' terimi de eklenerek resmi adı “Kuzey Osetya Cumhuriyeti-Alanya” olmuştur. Kafkas halkları Osetlere “Kuşha”, “Os”, “Yas” ve “Asetin” gibi değişik isimler de vermiştir. Güney Osetyalılar, Kuzey Osetyalılar tarafından “Kudar” olarak adlandırılmıştır.
Kuzey Osetya’daki Osetler ise kendilerini “İron” ve “Digor” diye adlandıran iki gruba ayrılmaktadır. Oset nüfusunun büyük çoğunluğunu, lehçeleri edebiyat dili için temel alınan İronlar oluşturmaktadır. Azınlıktaki Digorlar (veya Digoronlar) ülkenin batısında yaşamaktadır. Güney Osetler ise İron lehçesinin farklı ağızlarını konuşan birkaç gruba ayrılmaktadır.
Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde 10 Kasım 1989 tarihinde Gürcistan’a bağlı Güney Osetya Özerk Bölgesi’nin Halk Temsilciler Meclisi, bölgesel özerkliğin “özerk cumhuriyete” çevrilmesi talebiyle Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’ne başvurmuştur. Ancak, söz konusu başvuru 16 Kasım 1989 tarihinde yapılan toplantı ile reddedilmiş ve 23 Kasım 1989 tarihinde Gürcü birlikleri Güney Osetya’nın başkenti Tshinvali’ye saldırıp kuşatma altına almışlardır. Gürcistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte, Gürcistan Parlamentosu 11 Aralık 1990 tarihindeki oturumunda Güney Osetya Özerk Bölgesini lağveden bir kanunu kabul etmiştir. 5-6 Ocak 1991 tarihinde Gürcistan’ın ilk Devlet Başkanı Gamsakhurdia yanlısı Gürcü birliklerinin Güney Osetya’nın başkenti Tskinvali’ye girmesiyle çatışmalar başlamıştır.
Güney Osetya Temsilciler Meclisi 4 Mayıs 1991 tarihinde toplanarak Gürcistan’dan ayrıldığını ilan etmiş ve Rusya Federasyonu sınırları içinde kalan Kuzey Osetya Federe Cumhuriyeti ile birleşmek istediğini açıklamıştır. 6 Ocak 1992 tarihinde Gürcistan’da gerçekleşen askeri darbe ve sonrasında işbaşına gelen yeni yönetim de Güney Osetya’ya tekrar girmeye çalışmıştır.
Güney Osetya’da 19 Ocak 1992 tarihinde yapılan birleşme ve bağımsız devlet kurma konusundaki referandumda yüzde 99 oranında olumlu oy çıkmasıyla birlikte çatışmalar yeniden başlamıştır. Ancak, 14 Temmuz 1992 tarihinde Rus, Gürcü, Kuzey ve Güney Osetlerden oluşan 4000 kişilik barış gücü birlikleri bölgeye girerek ateşkesi sağlamıştır.
5-6 Ocak 1991 tarihinde Gürcü birliklerinin ateşkesin denetlenmesi için taraflar arasında Rusya Federasyonu’nun da katılımıyla “Ortak Kontrol Komisyonu” kurulmuştur. Gürcistan’ın talebi üzerine Aralık 1992’de bölgeye bir AGİT misyonu da gönderilmiştir. 8 Nisan 2001 tarihinde Güney Osetya'da düzenlenen halkoylamasıyla yeni anayasa kabul edilmiş, Rusça, Osetçe'nin yanı sıra resmi dil olarak kabul edilmiştir. Gürcistan Devlet Başkanı Mikheil Saakaşvili göreve geldikten sonra ülkenin toprak bütünlüğünün tesisini temel hedeflerinden biri olarak belirlemiştir. Haziran 2004’de “Osetya ile Yeniden Uzlaşma Planı”nı açıklamış ve bölgeye yönelik ekonomik projelere ağırlık verilmesi yolunda bir karar almıştır. Güney Osetya, 1993 ve 2001 yıllarında düzenlenen iki ayrı halk oylaması sonucunda Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan etmiştir. 12 Kasım 2006 tarihinde Güney Osetya’da devlet başkanlığı seçimleri ve bağımsızlık referandumu düzenlenmiştir.
Eduard Kokoiti oyların yüzde 98,1’ini alarak yeniden Güney Osetya “Devlet Başkanı” seçilmiştir. Bağımsızlık referandumunda ise yüzde 99,88 oranında “evet oyu” kullanılmıştır. Sözkonusu seçimlere paralel olarak, Tiflis tarafından desteklenen seçimlerde ise Sanakoev “Güney Osetya Devlet Başkanı” seçilmiştir.
Saakaşvili, 19 Mart 2007 tarihinde bölgeye giderek Sanakoev ile görüşmüş ve bu görüşmenin ardından Güney Osetya’da bir idari birim kurulması yönünde talimat vermiştir.
Bu çerçevede hazırlanan bir yasa taslağı Gürcistan parlamentosuna sevkedilmiştir. Tasarı çerçevesinde, Kokoiti ve Sanakoev’in bölgenin özerk statüsü üzerinde çalışacak geçici bir idari yapı kurmaları, geçici idareye içişleri, maliye, ekonomi, bilim ve eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik, kültür, tarım, adalet ve çevre alanlarında bakan yardımcıları ataması imkanının verilmesi, ayrıca rehabilitasyon projelerinin uygulanması ve bölgenin kalkınması için özel bir mali paketin hazırlanması öngörülmüştür.
Gürcistan yönetimi bu çerçevede, Güney Osetya’da geçici bir idari birim kurulmasına yönelik çalışmalarını hızlandırmış, bölgedeki “alternatif hükümet” ile doğrudan görüşmelere başlamış, görüşmelerde kurulacak idari birimin “Güney Osetya” olarak adlandırılması konusunda “alternatif hükümet” ile anlaşmaya varmıştır.
Gürcistan, ayrıca Kokoiti yönetimine bu görüşmelere dahil olma çağrısında bulunmuştur. Güney Osetya’da kurulacak idari birime ilişkin yasa tasarısının Gürcistan Parlamentosu’nda 8 Mayıs 2007 tarihinde onaylanmasını takiben, Sanakoev, 10 Mayıs’ta Devlet Başkanı Saakaşvili tarafından anılan idari birimin başına getirilmiştir. 17 Şubat 2008 tarihinde Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından ise Güney Osetya Parlamentosu, bağımsızlığının tanınması için 3 Mart 2008 tarihinde Rusya Federasyonu, Bağımsız Devletler Topluluğu, BM ve AB'ye çağrıda bulunmuştur.
Güney Osetya parlamentosu kabul ettiği kararda Kosova'nın ikna edici bir örnek olduğunu belirterek, Kosova örneği ile “egemen devletlerin toprak bütünlüğü” argümanının önceliğini yitirdiğini savunmuştur. Bu gelişmeler, Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili’nin yıpranan iktidarını bir savaş başarısı ile güçlendirme planıyla adeta tepkimeye girmiştir. Nitekim Saakaşvili’nin Abhazya ile Güney Osetya’yı yeniden Gürcistan’ın bir parçası haline getirerek ülkesine NATO ile AB kapılarını açabilmek amacıyla için bu iki bölgeye karşı güç kullanması beklediğimiz bir gelişmeydi.
ASAM yayınlarında daha önce bu gelişmeye çok kez dikkat çekmiştik. Bu uyarımızın yeraldığı çalışmalardan sonuncusu 22 Haziran 2008 tarihinde “2008 Yazında Güney Osetya Sorunu Çatışmaya Dönüşebilir mi?” başlığıyla yayınlanmıştı.
Beklentilerin doğru olduğu ise 8 Ağustos sabahı Gürcistan silahlı kuvvetlerinin Güney Osetya’ya karşı düzenlediği harekât ile teyit edilmiştir.