8 Kasım 2011 Salı

BATI RUMELİ' Yİ NASIL KAYBETTİK





                                 Balkan Harbinde Garp Cephesi









Ahmet Tetik com dan alıntıdır? Bu günlerde Mareşal Fevzi Çakmak 'ın İşbankası yayınlarında yayınlanan Rumeliyi nasıl kaybettik kitabını okumaya başladım.Bu yüzden bu alıntıyı yaptım  Sayın Yazarın umarım Bana gücenmez.


…Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,

Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.

Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular... *

Balkan Harbi’nin üzerinden geçen yaklaşık yüz yıllık bir zaman dilimine rağmen; savaşın, kaybın, göçün toplumsal hafızada bıraktığı izler silinmedi. Sonuçları itibariyle Batı Rumeli’de 500 yıllık bir Türk hakimiyetinin sonunu getiren Balkan Harbi hakkında birçok eser kaleme alındı, birçok değerlendirme yapıldı ve hatıralar yazıldı. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ise 1925 yılında Harp Akademileri’nde verdiği ‘Balkan Harbi’ adlı konferansta, “Bizim Ordu bütçesi Bulgar Ordu bütçesinin dört, müttefiklerin Ordu bütçelerinin toplamının iki katıydı. Bununla beraber millet, Orduda, ödediği para ile münasip iş görememişti…’’ der.

Balkan Harbi’nin üzerinden on yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, harbin bizzat içerisinde bulunan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, 1925 yılında Harp Akademileri’nde ‘Balkan Harbi’ konulu bir konferans verir. 

Selanik, Kosova, Manastır, Yanya ve İşkodra’nın nasıl elden çıktığını anlatan Fevzi Çakmak; muharebeleri askeri, sosyal ve ekonomik yönden ayrıntılarıyla aktarırken, ilgi çekici çeşitli değerlendirmelerde bulunur, bunun yanı sıra bazen sert bir üslup da kullanarak öz eleştiri yapar ve geleceğe dair önemli mesajlar verir.

Bu konuşma metni Tozlu raflardan çıkarak, okuyucuyla buluştu

Fevzi Çakmak’ın bu önemli konferansı, döneminde “Garbi Rumeli’nin Suret-i Ziyaı ve Balkan Harbinde Garp Cephesi’’ adıyla kitap halinde yayınlanır. Uzun süre kütüphanelerde sadece Osmanlıca bilen az sayıda araştırmacı tarafından incelenen ve dikkatlerden kaçan bu eser, emekli bir asker olan Ahmet Tetik tarafından titizlikle günümüz Türkçesi’ne aktarıldı ve ‘Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik’ adı altında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı.

“Düzenli tümen, iç siyasetle uğraşan birkaç subayın kışkırtmasıyla çürüdü’’

Ordunun disiplininin, kişisel siyasi tercihler sonucu darmadağın olduğunu belirten Mareşal Fevzi Çakmak, biraz da öfkeyle şunları söyler: “1912 yılı Nisan sonlarına doğru Arnavutluk’ta isyan çıkmış, Mayıs ve Haziran aylarında İpek, Yakova ve Piriştine’de karışıklıklar sürerken, isyanı bastırmak için İstanbul’dan gelen 1. Tümen de isyancılarla birleşmişti. Millet meclisisinde “İtilafçılık”, Orduda “halâskarlık”, Arnavutluk’ta “başkımcılık” elele yürüyorlardı… Bu düzenli tümen, iç siyasetle uğraşan birkaç subayın kışkırtmasıyla çürüdü, inancı bozuldu. Askerler subaylarını, subaylar askerlerini tanımamaya başladı. O düzenli birlik rezil oldu, itibarını kaybetti…”

“Düşmanlara aldanılarak , 70 bin asker terhis edildi”

 resim

Harp öncesi siyasi idarenin yönetim zaaflarını ve bunun ordunun savaşma iradesine etkilerini dile getiren Fevzi Çakmak, olumsuzlukları şu şekilde aktarır: “Askerlerin arasında başlayan sızlanmayı ortadan kaldırmak üzere 1912 yılı Haziran ayı ortalarında iktidara gelen Gazi Ahmet Muhtar Paşa Hükümeti redif ve ihtiyatların tamamen terhisiyle yetinmeyerek, barış zamanında ordunun önemli bir kısmını oluşturan 1908 girişli yeni nizamiye askerlerini bile terhis etti… Seferberlikten önce Trakya ve Makedonya’daki askeri kuvvetimiz düşmanlarımızın iki katıydı. Seferberlikte doğal olarak üstünlüğümüzü koruyacaktık. Oysa düşmanlara aldanılarak , 70 bin asker terhis edildi. Böylece barışta düşmanlarımıza karşı mevcut olan üstünlüğümüzü kaybettik. Bulgaristan ise bu sırada manevra bahanesiyle ordusunu takviye ediyordu…”

“Üsküp’te subaylar bile savunma yapmayı reddetti’’

Konuşması içerisinde komuta kademesindeki niteliksizlikten ve kötü idareden de sıkça bahseden Fevzi Çakmak, “…Birliklerin olağanüstü dağınıklığı, özellikle redif ve ikmal askerlerinin tamamen memleketlerine savuşmaları, Üsküp’te subayların bile savunma yapmayı reddetmeleri çok korkunç bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bu esnada düşmanlarımız kararsızlık içindeydi. Üsküp’ün, İştip’in boşaltılmalarından birkaç gün sonra, halkın çağrısıyla işgal edilmeleri, düşmanların moralini gösteren açık örneklerdir…’’ ifadelerini kullanır.

“Teknik birliklerimiz hemen hemen hiç iş görmemişlerdir”

Bu problem etrafında derin özeleştiride bulunan Fevzi çakmak şu cümleleri kuruyor:

“Başsız asker savaşmaz ve savaşamaz. Hasan Ali Rıza gibi komutanların elinde Türk askeri hatta Arnavut redifleri bile iyi savaşmışlar, kötü komutanlar panik çıkmasına sebep olmuşlardır… Rütbelerin tasfiyesi kanunu birtakım ehil olmayanları işbaşından almakla birlikte, dairelerde çürümüş birçok kıdemli fakat askerlikten habersiz kimseleri emir komuta makamına getirmiş ve orduda büyük düzensizliğe sebep olmuştur…Teknik birliklerimiz hemen hemen hiç iş görmemişlerdir. Tayyaremiz hiçbir iş görmedi. Telsizler kırıldı, hatta âdi telgraf ve telefon bile gerektiği gibi çalışmadı. ”
“Vatan parçasının terk edilmesi, giderilemeyecek acılar, hasretler meydana getirdi”
Yaşanan bozgununun ardından geri çekilişi aktaran ve “Açlık ve sefalet manzarası korkunçtu. Askerler sokaklarda dileniyor, çamurların içinde düşüp kalıyorlardı. Bu yürekleri parçalayan manzara, her göreni yaralıyordu” diyen Fevzi Çakmak, yapılan ateşkesin ardından 19 Haziran 1913 tarihinde 500 yıllık ata topraklarından ayrılışı şu iç acıtıcı cümlelerle ifade ediyor: “19 Haziran 1913 sabahı Karadeniz gemisi, akşama doğru da Gülcemal vapuru Seman İskelesi’nden hareket ettiler. Ben de Gülcemal vapurundaydım. Batı Rumeli’de 500 yıllık Türk hakimiyetine veda ettik… Atalarımızın asırlar boyunca kanlarıyla suladığı, eski ve yeni şehitlerimizin gömüldüğü vatan parçasının terk edilmesi kalplerimizde giderilemeyecek acılar, hasretler meydana getirdi…”

Bölgenin nüfusu, askerlerin niceliği ve teçhizatı hakkındaki çizelgeler, muharebe anılarını gösteren krokilerle hazırlanmış kitapta Fevzi Çakmak, geçmişteki hataları, yanlışlıkları, eksiklikleri özeleştiriyle irdeleyerek, ordunun nasıl bir nitelikte olması gerektiği konusunda geleceğe de bir anlamda mesaj veriyor.



_____________________



* Yahya Kemal’in Açık Deniz adlı şiirinden birkaç dize.


RUSYA'NIN EMPERYAL HAYALİ VE BİZ



Değerli okurlar hep şunu düşünürüm Emperyalizmle mücadele etmek için ne yapmalı?
Tek vardığım sonuç bu okyanusta Küçük balık olmamak,emperyalist davranmak başka çare yok.
İnsan hakları ve demokrasi için bu çok önemli.Barış için bu çok önemli.Uluslararası satrançta oyun tahtasında piyon değil,Tahta başında piyonu yöneten oyuncu olmak gerek.
İşte o zaman saygın sın işte o zaman kimse sana  git öteye deme cesaretinde olamaz.
İşte bu bakış açısı ile önce yakın çevremizi ve olanları değerlendirmeye çalışalım.
Önce Komşumuz Rusya'dan başlayalım;
Rusya'nın son dönmelerde sergilediği siyaset giderek güç gösterisine dönmeye başladı.Onları durdurmak bu gidişle daha da zorlaşacak.Çünkü Kafkasya çok karmaşık bir coğrafya onlarca kavim artığı burada toplanmış.Sosyal yönden ezik topluluklar.Kahramanlık masalları ile yüzlerce yıl uyutulmuş bölükpörçük kabileler topluluğu.Ciddi boyutta medeniyete katkıları yok denecek kadar az.
Hep dışarının ianesi ile yaşamaktan başka çaresi olmayan etnik toplumcuklar.
Bizim Dede korkut hikayelerinden de bunu görmeniz mümkün.Bir yığın bey lik, bir yığın trajik kahramanlık.Yanlış anlaşılmasın Dede korkut hikayelerini küçümsüyor değilim. Elbette bu hikayelerden çıkarılacak çok ders var. Özellikle Türk Boyları ve Milleti için.


Gelelim konumuza,Türkiye-Rusya,Türkiye AB-D ,Türkiye –Arap Ülkeleri ve Türkiye Uzak doğu ülkeleri bağlamlarında karşılıklı çıkar ilişkileri mevcut ve dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti’ nin özellikle Kafkasya ,Rusya’nın olduğu kadar belki daha fazlası arka bahçesidir.
Bir de bu bölgede ki akrabalıklarını hesaba katarsanız durumun ciddiyeti daha önem kazanır.Örneğin Karabağ meselesi,örneğin Kıbrıs gibi Gürcistan Meselesi.V.s.
Hoş son 60 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’ nin izlediği dış politika stratejileri hep pasif ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantalitesi ile uygulanmış ,müttefiklik zarfı içinde hep savunmada kalınmıştır.

Etrafımızda İmparatorluk zamanımızdan kalan mül kiyet haklarımız parça parça edilmiş , gasp edilmişken Türkiye hep sinik kalmış, hep müttefik tavsiyeleri ile hareket etmiştir.
Cumhuriyetin başlangıcında belki böyle bir siyaset gütmek normal olabilirdi, ama ülke etrafında yangınlar çıkınca yangın bize sıçramasın diye her durumda müdahale etmek varken ,müttefiki kurtarmak için ta Korelere çocuklarını gönderip telef etmek her halde kadim bir devletin dış politika anlayışı ile telif edilemez.

Bu NATO üyeliği tavizi kime yaramıştır?Ebette art niyetli emperyalizmin işine. Ama bir Bağdat paktı ve sonrası CENTO üyeliği,bir Balkan Paktı,pek ala bu bölgelerdeki etki alanımızı korumak için yararlı idi. Bağımsız bir dış politika izleme olanağı veriyordu.

Emperyalizm Dünya’yı Yalta’da paylaşırken, yukarıda bahsettiğim pasif ve sığınmacı anlayış nedeni ile Türkiye hep paylaşılan bir mülk gibi algılandı.

Ve Türkiye buna boyun eğip beklemeye geçti ve kamu oyuna hep şu açıklama yapıldı, konuyu dikkatle izliyoruz. İzleyin bakalım nereye kadar.Hani şu meşhur fıkradaki gibi” du bakali ne olacak?”

Efendim diyeceksiniz ki;Hangi gücümüzle kafa tutalım yani,ekonomimiz buna uygun mu?Ordumuz buna uygun mu?
Evet uygun eğer satranç oynamasını biliyorsanız.Aktif Politika hep güç gösterisi midir?İdeolojiler de pek ala silahtır. Kullanmasını biliyorsanız.
Arap emperyalimi bunu din ideolojisi ardına sığınarak kullanmıyor mu?Din başka bir şey,siyaset başka bir şey değil midir?

1980 de güzel başlamıştık,Tüm orta asya ülkeleri ile eğitim alışverişlerimiz oluyordu.Onların çocukları bizlerde okuyor İstanbuli lehçesi öğreniyor unutulmuş ortak yönlerimiz tekrar canlanıyordu.

10 senede 40.000 kişi T.C den yeni bir ruh alıyor memleketlerine dönüyordu.Sonra ne oldu her şey eskiye döndü.
Soydaşlarımız Kiril alfabesin terk edip benliklerine kavuşmaya Türkiye ile yakın ilişkiler içine girince Emperyalizm; ne oluyor bunlara?,dev uyanıyor mu? gelin önleyelim dercesine hep birlikte PKK denilen terör örgütünü musallat ettiler başımıza .
Yetmedi bizim güney doğumuzdaki Irak eyaletimiz den 2500 insanı alıp kendi ülkelerine götürerek eğitmeye başladılar.

Biz seyrettik.Onlar Geldiler bu 2500 kişiye ortam hazırlamak ve kendilerine bir ileri karakol devlet kurmak için İmparatorluktan koparılıp Irak adlı bağımsız bir devlet olan bu eyaletimizi, Barış ve demokrasi(!) adı altında işgal edip bu topraklarda huzur bırakmadılar. 1.500 bin kişiyi katletme bahasına bie aşiret resini baş yapıp eğittikleri 2500 kişiyi getirip oturttular ve aşiret reisini başımıza musallat ettiler. Biz ne yaptık seyrettik.Koltuk kavgalarına başımıza çöreklenen musibeti görmedik,göremedik .

Gün artık uyanma günüdür,tarihsel haklarımızı koruma ve gerekirse alma günüdür.Nasıl ki Rus’ya açıkça ben hakkımı alırım diyor ve kendisini haklı görüyorsa,bizim de ona dur hele senin hakkın varsa benim hakkım ne olacak?diye bilme zamanıdır.

Gerekirse dayılanarak,gerekirse müttefikleri tahrik ederek belli kazanımlar sağlanabilir. Bu da diplomasinin maharetine bağlıdır.İşsiz taşeronlar gibi hareket edip iş verenin her türlü şartını kabul ederek bir ülkenin kalkınması ve yükselmesi mümkün değildir.Hele hele sıcak para denilen borçlanma ile hiç mi hiç.
Evet dostlar Dış Politika konusunda ki düşüncelerimi başka bir yazıda ele alacağım.
Ancak kısaca şunu belirtmek isterim ki mevcut hükümetin dış politika konusunda gösterdiği çaba benim buradaki görüşlerime paralellik arz etmektedir.Umarım oyunu iyi oynarlar,yanlış hedef seçmezler.

Ufak bir farkla Liberal demokratların telkinlerini dinlememek koşulu ile.Çünkü Türkiye'de bu görüşü savunanlar esasen Liberallik altında artık dünyada modası geçmiş Komünizmin görüşlerinin etkisi altındadır.
Hoş Komünizm denilen ideoloji vahşi kapitalizmin bir başka çeşididir o başka tabi.
Dolayısı ile vahşi kapitalizmin yani emperyalizmin birer temsilcisi durumuna düşmektedirler.
Milli değerleri savunmada sınıfta kalmışlardır. Hükumette de bu düşüncede olanlar vardır.Ve ne yazık ki zamanla Milli değerler dediğimiz unsurların ilerki tarihlerde ortadan kaldırma çabalarının işaretleri şimdiden görülmektedir.
Diğer yanda Öz Allah İnancını değil ,Arap kabile geleneklerinin ağırlıkta olduğu şekilci kurallardan oluşmuş dini anlayışı, toplum çimentosu gibi gösterip toplum üstünde hegemonya kurma çabasında bulunanlar da vardır. Onların da Liberallerden hiç bir farkı yoktur.Daha sonra bunu ele alacağız.