8 Kasım 2011 Salı

BATI RUMELİ' Yİ NASIL KAYBETTİK





                                 Balkan Harbinde Garp Cephesi









Ahmet Tetik com dan alıntıdır? Bu günlerde Mareşal Fevzi Çakmak 'ın İşbankası yayınlarında yayınlanan Rumeliyi nasıl kaybettik kitabını okumaya başladım.Bu yüzden bu alıntıyı yaptım  Sayın Yazarın umarım Bana gücenmez.


…Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,

Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.

Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular... *

Balkan Harbi’nin üzerinden geçen yaklaşık yüz yıllık bir zaman dilimine rağmen; savaşın, kaybın, göçün toplumsal hafızada bıraktığı izler silinmedi. Sonuçları itibariyle Batı Rumeli’de 500 yıllık bir Türk hakimiyetinin sonunu getiren Balkan Harbi hakkında birçok eser kaleme alındı, birçok değerlendirme yapıldı ve hatıralar yazıldı. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ise 1925 yılında Harp Akademileri’nde verdiği ‘Balkan Harbi’ adlı konferansta, “Bizim Ordu bütçesi Bulgar Ordu bütçesinin dört, müttefiklerin Ordu bütçelerinin toplamının iki katıydı. Bununla beraber millet, Orduda, ödediği para ile münasip iş görememişti…’’ der.

Balkan Harbi’nin üzerinden on yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, harbin bizzat içerisinde bulunan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, 1925 yılında Harp Akademileri’nde ‘Balkan Harbi’ konulu bir konferans verir. 

Selanik, Kosova, Manastır, Yanya ve İşkodra’nın nasıl elden çıktığını anlatan Fevzi Çakmak; muharebeleri askeri, sosyal ve ekonomik yönden ayrıntılarıyla aktarırken, ilgi çekici çeşitli değerlendirmelerde bulunur, bunun yanı sıra bazen sert bir üslup da kullanarak öz eleştiri yapar ve geleceğe dair önemli mesajlar verir.

Bu konuşma metni Tozlu raflardan çıkarak, okuyucuyla buluştu

Fevzi Çakmak’ın bu önemli konferansı, döneminde “Garbi Rumeli’nin Suret-i Ziyaı ve Balkan Harbinde Garp Cephesi’’ adıyla kitap halinde yayınlanır. Uzun süre kütüphanelerde sadece Osmanlıca bilen az sayıda araştırmacı tarafından incelenen ve dikkatlerden kaçan bu eser, emekli bir asker olan Ahmet Tetik tarafından titizlikle günümüz Türkçesi’ne aktarıldı ve ‘Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik’ adı altında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı.

“Düzenli tümen, iç siyasetle uğraşan birkaç subayın kışkırtmasıyla çürüdü’’

Ordunun disiplininin, kişisel siyasi tercihler sonucu darmadağın olduğunu belirten Mareşal Fevzi Çakmak, biraz da öfkeyle şunları söyler: “1912 yılı Nisan sonlarına doğru Arnavutluk’ta isyan çıkmış, Mayıs ve Haziran aylarında İpek, Yakova ve Piriştine’de karışıklıklar sürerken, isyanı bastırmak için İstanbul’dan gelen 1. Tümen de isyancılarla birleşmişti. Millet meclisisinde “İtilafçılık”, Orduda “halâskarlık”, Arnavutluk’ta “başkımcılık” elele yürüyorlardı… Bu düzenli tümen, iç siyasetle uğraşan birkaç subayın kışkırtmasıyla çürüdü, inancı bozuldu. Askerler subaylarını, subaylar askerlerini tanımamaya başladı. O düzenli birlik rezil oldu, itibarını kaybetti…”

“Düşmanlara aldanılarak , 70 bin asker terhis edildi”

 resim

Harp öncesi siyasi idarenin yönetim zaaflarını ve bunun ordunun savaşma iradesine etkilerini dile getiren Fevzi Çakmak, olumsuzlukları şu şekilde aktarır: “Askerlerin arasında başlayan sızlanmayı ortadan kaldırmak üzere 1912 yılı Haziran ayı ortalarında iktidara gelen Gazi Ahmet Muhtar Paşa Hükümeti redif ve ihtiyatların tamamen terhisiyle yetinmeyerek, barış zamanında ordunun önemli bir kısmını oluşturan 1908 girişli yeni nizamiye askerlerini bile terhis etti… Seferberlikten önce Trakya ve Makedonya’daki askeri kuvvetimiz düşmanlarımızın iki katıydı. Seferberlikte doğal olarak üstünlüğümüzü koruyacaktık. Oysa düşmanlara aldanılarak , 70 bin asker terhis edildi. Böylece barışta düşmanlarımıza karşı mevcut olan üstünlüğümüzü kaybettik. Bulgaristan ise bu sırada manevra bahanesiyle ordusunu takviye ediyordu…”

“Üsküp’te subaylar bile savunma yapmayı reddetti’’

Konuşması içerisinde komuta kademesindeki niteliksizlikten ve kötü idareden de sıkça bahseden Fevzi Çakmak, “…Birliklerin olağanüstü dağınıklığı, özellikle redif ve ikmal askerlerinin tamamen memleketlerine savuşmaları, Üsküp’te subayların bile savunma yapmayı reddetmeleri çok korkunç bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bu esnada düşmanlarımız kararsızlık içindeydi. Üsküp’ün, İştip’in boşaltılmalarından birkaç gün sonra, halkın çağrısıyla işgal edilmeleri, düşmanların moralini gösteren açık örneklerdir…’’ ifadelerini kullanır.

“Teknik birliklerimiz hemen hemen hiç iş görmemişlerdir”

Bu problem etrafında derin özeleştiride bulunan Fevzi çakmak şu cümleleri kuruyor:

“Başsız asker savaşmaz ve savaşamaz. Hasan Ali Rıza gibi komutanların elinde Türk askeri hatta Arnavut redifleri bile iyi savaşmışlar, kötü komutanlar panik çıkmasına sebep olmuşlardır… Rütbelerin tasfiyesi kanunu birtakım ehil olmayanları işbaşından almakla birlikte, dairelerde çürümüş birçok kıdemli fakat askerlikten habersiz kimseleri emir komuta makamına getirmiş ve orduda büyük düzensizliğe sebep olmuştur…Teknik birliklerimiz hemen hemen hiç iş görmemişlerdir. Tayyaremiz hiçbir iş görmedi. Telsizler kırıldı, hatta âdi telgraf ve telefon bile gerektiği gibi çalışmadı. ”
“Vatan parçasının terk edilmesi, giderilemeyecek acılar, hasretler meydana getirdi”
Yaşanan bozgununun ardından geri çekilişi aktaran ve “Açlık ve sefalet manzarası korkunçtu. Askerler sokaklarda dileniyor, çamurların içinde düşüp kalıyorlardı. Bu yürekleri parçalayan manzara, her göreni yaralıyordu” diyen Fevzi Çakmak, yapılan ateşkesin ardından 19 Haziran 1913 tarihinde 500 yıllık ata topraklarından ayrılışı şu iç acıtıcı cümlelerle ifade ediyor: “19 Haziran 1913 sabahı Karadeniz gemisi, akşama doğru da Gülcemal vapuru Seman İskelesi’nden hareket ettiler. Ben de Gülcemal vapurundaydım. Batı Rumeli’de 500 yıllık Türk hakimiyetine veda ettik… Atalarımızın asırlar boyunca kanlarıyla suladığı, eski ve yeni şehitlerimizin gömüldüğü vatan parçasının terk edilmesi kalplerimizde giderilemeyecek acılar, hasretler meydana getirdi…”

Bölgenin nüfusu, askerlerin niceliği ve teçhizatı hakkındaki çizelgeler, muharebe anılarını gösteren krokilerle hazırlanmış kitapta Fevzi Çakmak, geçmişteki hataları, yanlışlıkları, eksiklikleri özeleştiriyle irdeleyerek, ordunun nasıl bir nitelikte olması gerektiği konusunda geleceğe de bir anlamda mesaj veriyor.



_____________________



* Yahya Kemal’in Açık Deniz adlı şiirinden birkaç dize.


RUSYA'NIN EMPERYAL HAYALİ VE BİZ



Değerli okurlar hep şunu düşünürüm Emperyalizmle mücadele etmek için ne yapmalı?
Tek vardığım sonuç bu okyanusta Küçük balık olmamak,emperyalist davranmak başka çare yok.
İnsan hakları ve demokrasi için bu çok önemli.Barış için bu çok önemli.Uluslararası satrançta oyun tahtasında piyon değil,Tahta başında piyonu yöneten oyuncu olmak gerek.
İşte o zaman saygın sın işte o zaman kimse sana  git öteye deme cesaretinde olamaz.
İşte bu bakış açısı ile önce yakın çevremizi ve olanları değerlendirmeye çalışalım.
Önce Komşumuz Rusya'dan başlayalım;
Rusya'nın son dönmelerde sergilediği siyaset giderek güç gösterisine dönmeye başladı.Onları durdurmak bu gidişle daha da zorlaşacak.Çünkü Kafkasya çok karmaşık bir coğrafya onlarca kavim artığı burada toplanmış.Sosyal yönden ezik topluluklar.Kahramanlık masalları ile yüzlerce yıl uyutulmuş bölükpörçük kabileler topluluğu.Ciddi boyutta medeniyete katkıları yok denecek kadar az.
Hep dışarının ianesi ile yaşamaktan başka çaresi olmayan etnik toplumcuklar.
Bizim Dede korkut hikayelerinden de bunu görmeniz mümkün.Bir yığın bey lik, bir yığın trajik kahramanlık.Yanlış anlaşılmasın Dede korkut hikayelerini küçümsüyor değilim. Elbette bu hikayelerden çıkarılacak çok ders var. Özellikle Türk Boyları ve Milleti için.


Gelelim konumuza,Türkiye-Rusya,Türkiye AB-D ,Türkiye –Arap Ülkeleri ve Türkiye Uzak doğu ülkeleri bağlamlarında karşılıklı çıkar ilişkileri mevcut ve dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti’ nin özellikle Kafkasya ,Rusya’nın olduğu kadar belki daha fazlası arka bahçesidir.
Bir de bu bölgede ki akrabalıklarını hesaba katarsanız durumun ciddiyeti daha önem kazanır.Örneğin Karabağ meselesi,örneğin Kıbrıs gibi Gürcistan Meselesi.V.s.
Hoş son 60 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’ nin izlediği dış politika stratejileri hep pasif ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantalitesi ile uygulanmış ,müttefiklik zarfı içinde hep savunmada kalınmıştır.

Etrafımızda İmparatorluk zamanımızdan kalan mül kiyet haklarımız parça parça edilmiş , gasp edilmişken Türkiye hep sinik kalmış, hep müttefik tavsiyeleri ile hareket etmiştir.
Cumhuriyetin başlangıcında belki böyle bir siyaset gütmek normal olabilirdi, ama ülke etrafında yangınlar çıkınca yangın bize sıçramasın diye her durumda müdahale etmek varken ,müttefiki kurtarmak için ta Korelere çocuklarını gönderip telef etmek her halde kadim bir devletin dış politika anlayışı ile telif edilemez.

Bu NATO üyeliği tavizi kime yaramıştır?Ebette art niyetli emperyalizmin işine. Ama bir Bağdat paktı ve sonrası CENTO üyeliği,bir Balkan Paktı,pek ala bu bölgelerdeki etki alanımızı korumak için yararlı idi. Bağımsız bir dış politika izleme olanağı veriyordu.

Emperyalizm Dünya’yı Yalta’da paylaşırken, yukarıda bahsettiğim pasif ve sığınmacı anlayış nedeni ile Türkiye hep paylaşılan bir mülk gibi algılandı.

Ve Türkiye buna boyun eğip beklemeye geçti ve kamu oyuna hep şu açıklama yapıldı, konuyu dikkatle izliyoruz. İzleyin bakalım nereye kadar.Hani şu meşhur fıkradaki gibi” du bakali ne olacak?”

Efendim diyeceksiniz ki;Hangi gücümüzle kafa tutalım yani,ekonomimiz buna uygun mu?Ordumuz buna uygun mu?
Evet uygun eğer satranç oynamasını biliyorsanız.Aktif Politika hep güç gösterisi midir?İdeolojiler de pek ala silahtır. Kullanmasını biliyorsanız.
Arap emperyalimi bunu din ideolojisi ardına sığınarak kullanmıyor mu?Din başka bir şey,siyaset başka bir şey değil midir?

1980 de güzel başlamıştık,Tüm orta asya ülkeleri ile eğitim alışverişlerimiz oluyordu.Onların çocukları bizlerde okuyor İstanbuli lehçesi öğreniyor unutulmuş ortak yönlerimiz tekrar canlanıyordu.

10 senede 40.000 kişi T.C den yeni bir ruh alıyor memleketlerine dönüyordu.Sonra ne oldu her şey eskiye döndü.
Soydaşlarımız Kiril alfabesin terk edip benliklerine kavuşmaya Türkiye ile yakın ilişkiler içine girince Emperyalizm; ne oluyor bunlara?,dev uyanıyor mu? gelin önleyelim dercesine hep birlikte PKK denilen terör örgütünü musallat ettiler başımıza .
Yetmedi bizim güney doğumuzdaki Irak eyaletimiz den 2500 insanı alıp kendi ülkelerine götürerek eğitmeye başladılar.

Biz seyrettik.Onlar Geldiler bu 2500 kişiye ortam hazırlamak ve kendilerine bir ileri karakol devlet kurmak için İmparatorluktan koparılıp Irak adlı bağımsız bir devlet olan bu eyaletimizi, Barış ve demokrasi(!) adı altında işgal edip bu topraklarda huzur bırakmadılar. 1.500 bin kişiyi katletme bahasına bie aşiret resini baş yapıp eğittikleri 2500 kişiyi getirip oturttular ve aşiret reisini başımıza musallat ettiler. Biz ne yaptık seyrettik.Koltuk kavgalarına başımıza çöreklenen musibeti görmedik,göremedik .

Gün artık uyanma günüdür,tarihsel haklarımızı koruma ve gerekirse alma günüdür.Nasıl ki Rus’ya açıkça ben hakkımı alırım diyor ve kendisini haklı görüyorsa,bizim de ona dur hele senin hakkın varsa benim hakkım ne olacak?diye bilme zamanıdır.

Gerekirse dayılanarak,gerekirse müttefikleri tahrik ederek belli kazanımlar sağlanabilir. Bu da diplomasinin maharetine bağlıdır.İşsiz taşeronlar gibi hareket edip iş verenin her türlü şartını kabul ederek bir ülkenin kalkınması ve yükselmesi mümkün değildir.Hele hele sıcak para denilen borçlanma ile hiç mi hiç.
Evet dostlar Dış Politika konusunda ki düşüncelerimi başka bir yazıda ele alacağım.
Ancak kısaca şunu belirtmek isterim ki mevcut hükümetin dış politika konusunda gösterdiği çaba benim buradaki görüşlerime paralellik arz etmektedir.Umarım oyunu iyi oynarlar,yanlış hedef seçmezler.

Ufak bir farkla Liberal demokratların telkinlerini dinlememek koşulu ile.Çünkü Türkiye'de bu görüşü savunanlar esasen Liberallik altında artık dünyada modası geçmiş Komünizmin görüşlerinin etkisi altındadır.
Hoş Komünizm denilen ideoloji vahşi kapitalizmin bir başka çeşididir o başka tabi.
Dolayısı ile vahşi kapitalizmin yani emperyalizmin birer temsilcisi durumuna düşmektedirler.
Milli değerleri savunmada sınıfta kalmışlardır. Hükumette de bu düşüncede olanlar vardır.Ve ne yazık ki zamanla Milli değerler dediğimiz unsurların ilerki tarihlerde ortadan kaldırma çabalarının işaretleri şimdiden görülmektedir.
Diğer yanda Öz Allah İnancını değil ,Arap kabile geleneklerinin ağırlıkta olduğu şekilci kurallardan oluşmuş dini anlayışı, toplum çimentosu gibi gösterip toplum üstünde hegemonya kurma çabasında bulunanlar da vardır. Onların da Liberallerden hiç bir farkı yoktur.Daha sonra bunu ele alacağız.



14 Şubat 2010 Pazar

OĞUZ KAANIN TÜRKLÜK DUASI

ULU TANRI !
GÜZEL TANRI !
GÖK TANRI !

Sen TÜRK'ü TÜRK yurtlarını koru !
Düşman şerrinden sakla !
TÜRK'ü yiğitlikte daim et !
TÜRK'ü erlik davasıyla yaşat !
TÜRK'ü gerçekçi yap !

TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel 
TÜRK'lük sevgisini koy !
TÜRK'ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar !

Törelerini canları gibi saklat !
TÜRK'e zevk ve rahat verme !
Bilakis zahmete alıştır !
Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun !
Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin !
TÜRK'ü faal, cevval edersin.

TÜRK'e değişmez bir seciye ver !
Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !

ULU TANRI !
Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK'e bunları ver !

TÜRK'ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret !
TÜRK'e benlik, hem de yüksek bir benlik ver !
TÜRK nefsine itimat sahibi olsun !

TÜRK'ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat !
Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın !
Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğukkanlı olsun !
TÜRK'ü her milletten cesur yarat !

ULU TANRI !
Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi !
Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et !
TÜRK herşeyi mukayese etsin !
Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu !
Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun !

Dönek TÜRK yaratma !
TÜRK'leri maymun iştahlı yapma !
TÜRK daima ihtiyatla adım atsın !
Kimsenin tatlı diline inanmasın !
Kimseye emniyet olmasın !



Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan, 
TANRI,
Sen TÜRK'ü çalışkan et !
TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin !
Ona daima çalışma aşkı ver !
Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin !
Tembel TÜRK'ü hemen öldür !


TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver !
Zeka ve çalışma ; ikisi bir arada olunca TÜRK'ün önünde durulmaz !
Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan
TÜRK'leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl !

TANRI , 
TÜRK' leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin !
Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et !
TÜRK'ü töresine sadık kıl,

TANRI !
TÜRK budunu : Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın !

ULU TANRI !
Türk milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et !
Bir şey söylemek vazife yapmak değildir.
Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !

GÜZEL TANRI !
Sana hepsinden çok yalvardığım şudur :
TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar !
Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru !
TÜRK'e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et !

AMAN TANRI !
TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru !
TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin !
Sen TÜRK'e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver !
TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın !


ACUNU ( DÜNYAYI ) YARATAN YÜCE TANRI !

TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür.
TANRI , TÜRK'e sağlam, sürekli irade ver !
Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır !
Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver !
Mes'uliyeti  TÜRK yurdundan eksik etme !
En büyük kuvvetin TÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e öğret !

TANRI !
TÜRKÇE konuşulan, TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK'ün hükmü altında bırak !






21 Ocak 2010 Perşembe

Orhun Yazıtları ve Göktürk UÇ – UC – ÜÇ Tamgaları






Murat ŞAHİN
Tarafından hazırlanmıştır.



Orhun Yazıtları

Göktürk Kitabeleri, Orhun Yazıtları yada Köktürk yazıtları, Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Göktürk Alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtlarını Yollug Tigin yazmıştır, Yollug Tigin aynı zamanda Bilge Kağan’ın yeğenidir.

Yazıtlar, 1889 yılında Moğolistan’da Orhun Vadisi’ndeki anıtlarda saptanmıştır. Bu yazıtlar II. Göktürk Devleti’ne aittir. Yazılış tarihi M.S. 5. yüzyılın başlarına dayanmaktadır.

Göktürk Kitabeleri - Yazıyı taşıyan en eski belge Kızıl şehrinde bulunmaktadır.
1893 yılında Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Ludwig Peter Thomsen tarafından, Rus Türkolog Vasili Vasilyeviç Radlof’un yardımıyla çözülmüş ve aynı yılın 15 Aralık günü Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi’nde bilim dünyasına açıklanmıştır.

Keşif ve Çözümlenme Tarihçesi

Orhun harfleriyle yazılan yazıtlardan 13.yüzyıl Moğol tarihçisi Alaaddin Ata Melik Cüveynî (Ebü’l- Muzaffer Alâúdîn Atâ’ Melik bin Bahâiddîn Muhammed el-Cüveynî), Tarih-i Cihan Güşa adlı yapıtında söz etmişti. Çin kaynakları da kitabelerin dikilişini bildirmekteydi. Yine de bu durum 18. ve 19. yüzyıllara kadar bilim dünyasının bilinmeyeni olarak kalmalarına engel olamadı. İlk olarak Rus çarı I. Petro’nun emriyle Sibirya bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki bilimci Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak subay Strahlenberg, 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılmış Kırgızlara ait mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları’ndan bir tanesini keşfetti. Bir yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg İsveç’e dönüşünde bu inceleme ile ilgili izlenimlerini kitap haline getirip Stockholm’de yayınladı. Böylece Orhun yazısı bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu. Orhun yazıtlarından iki yüzyıl öncesine ait Yenisey Yazıtları’nın tamamına yakını bu süreçte ortaya çıkarıldı. Nihayet 1889 yılında Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtları olduğu anlaşılan Orhun Yazıtları’nı bulmuş, bunun üzerine 1890 yılında Heikel başkanlığında bir Fin heyeti, bir yıl sonra da ünlü Türkolog Radloff’un başkanlığında bir Rus heyeti bölgede incelemelerde bulunmuştur. Rus ve Fin heyetleri, anıtların fotoğraflarını alarak kitap halinde yayımlamışlar; bu yayınlar sayesinde yazıtların okunması süreci hız kazanmıştır. Sonunda Danimarkalı dil bilimci Thomsen 1893 yılında Orhun yazısını çözmeyi başarmıştır.İlk çözdüğü kelime de Tanrı olmuştur. Yazının çözülmesinden sonraki süreçte Thomsen ve Radloff anıtların metni ve çevirisi üzerinde yarışa girmişlerdir. Yazıtlar, yazıtlarda kullanılan yazı ve dil üzerindeki çalışmalar günümüzde de devam etmektedir. Yazıtların hem dil hem de yazı bakımından özgün metni ile günümüz Türkçe’sine çevirisini Prof. Dr. Muharrem Ergin (1971) yapmıştır. Büyük Türk tarihi araştırmacısı Kazım MİRŞAN ise yaptığı ayrıntılı çözümlemelerle Orhun anıtlarının sanıldığı gibi 8. değil MS. 5.yüzyılda dikildiğini ve Göktürk devleti adıyla bilinen devletin kendisinden 2000 yıl kadar daha eski bir Türk kök uygarlığı olan "Bir-Oy-Bil" devletinim bir devamı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu sarsıcı buluş henüz bilim dünyasında tartışılmaktadır.



Kül Tigin Anıtı

Bu anıt 732 yılında dikilmiştir.Kültigin yazıtında Göktürk tarihine ait olaylar,Bilge Kağan’ın ağzından nakledilerek birlik,bütünlük mesajı verilir.



Bilge Kağan Yazıtı

Göktürk kitabeleri bir hitabet özelliğindedir.

Çince kitabenin altından Türkçe kitabe devam etmektedir. Ancak Çince kitabe tamamen silinmiştir. Bilge Kağan’ın ölümünden 1 yıl sonra oğlu tarafından yaptırılmıştır. Kitabede Bilge Kağan ve yeğeni Yollug Tigin’in sözleri yer almaktadır. Bilge Kağan Kitabesi hem devrilmiş, hem de parçalanmıştır. O yüzden tahribat ve silinti Bilge Kağan Kitabesinde çok fazladır. Bu abidenin etrafında yine türbe enkazı, heykeller, bulunmaktadır.

Yankılar

Orhun yazıtlarının bulunmasının ardından yazıtlar yorumlanmaya başlamış ve 1896’da Wilhelm Thomsen yazıtları "Muhammed dünyasının soluğunun henüz ulaşmadığı Türk dili ve edebiyatının en eski anıtları" olarak tanımlamıştır [2] Ardından kıyılarında prehistorik bir Türk halkının yaşadığı, eskiden varolmuş bir Orta Asya denizi varsayımını ortaya atmış olup, Mazarine Kitaplığı’nda müdür yardımcılığı yapan Fransız edebiyatçı Leon Cahun, Orhun anıtlarını eski Türklerin yüceltilmesinde kullanılan formüllerin ilk defa ortaya çıktığı, Türk tarihçilerine Türk tarih tezini hazırlamalarında ilham kaynağı olan dahası bugünkü Ortaöğretim ders kitaplarında rastlanılan [3] söyleme son derece benzer Asya tarihine giriş adlı kitabını yayınlamıştır. [4]’

Yazıtlardan sözler



Orhun yazıtlarından bazı örnek cümlelerin Çeviri yazısı ve günümüz Türkçe’sine tercümeleri[5]

Cümlenin transkripsiyonu

Türük Oguz begleri, budun eşiding.
Üze tengri basmasar,
asra yir telinmeser,
Türük budun,
ilingin törüngin kim artatı udaçı erti ?

Çağdaş Türkiye Türkçe’sine tercümesi
Türk Oğuz beyleri, ulusu işitin;
üstte gök basmasa,
altta yer delinmese,
Türk ulusu,
ilini töreni kim bozabilecekti ?

Cümlenin transkripsiyonu Türük budun tokurkak sen.
Açsar tosık ömez sen,
bir todsar açsık ömez sen.
Çağdaş Türkiye Türkçe’sine tercümesiTürk ulusu tokluğun değerini bilmezsin.
Acıksan tokluk düşünmezsin.
Bir doysan açlığı düşünmezsin.

                                Uç - Uc ve Üç Damgaları

Uç, uc ve üç sözcükleri arasında çok eski dönemlerden kalma ilişkiler vardır. ’Uç’ yükseklere doğru havalanmak, havada durmak kavramlarını içerirken ’Uc’ bir nesnenin tepesi, en ileri noktası anlamını taşıyor.
Ön-Türk inancında ölen kişinin ruhu ’ozlaşarak’ yükseldiği ve özüne döndüğü inancı hakimdi. Bu yüzden tanrıların göklerde yaşadıkları ve yine bu yüzden güneşin tanrısal bir varlık olduğu inancı yaygındı.




Tüm bu yükseklik ve gökle ilgili imgeleri damgaya aktardıklarında ellerini iki yana açmış ve avuçlarını yukarı doğru çevirmiş insanı andıran ’ Ш ’ işareti ortaya çıkar. Üstteki resmin sağ üst köşesine bir bakalım. ’UÇ’ damgasının iki farklı görüntüsü bulunuyor. Ters çevrilmiş E harfine benzeyen şekil ile 3 sayısının ilişkisi çarpıcıdır. Çünkü, sadece şekil olarak benzemekle kalmıyor ayrıca üç adet uzantı da bulunuyor. Ayrıca Türkçe uç-üç-3 yakınlığını başka hiçbir dilde bulamıyoruz. Üç adet uzantı baş ve iki kolun simgesidir.

UÇ damgası ile hem ölen yöneticinin göğe uçması hem de yöneticinin tanrıya dönerek tanrı özelliklerine kavuşması simgeleniyor. Nitekim, Anadolu Türkçe’sinde ’uçmak’ cennet demek oluyordu. Yunus Emre ne güzel ifade etmiş: " Uçmak, uçmak dedikleri birkaç gılman birkaç huri" kimi yerde (Cennet, cennet dedikleri… diye geçse de aslı; uçmak, uçmaktır).

Orhun kitabelerinde ’Ç’ sesini veren iki adet işaret vardır. Biri ters ’Y’ harfine benzer diğeri ise ellerini havaya kaldırmış insan figürünü andırır. UÇ sesinde bulunan ’U’ harfinin de aynı simgeden oluştuğunu biliyoruz. Ayrıca ’Ç’ ile ’Ş’ harfleri arasında da büyük bir benzerlik vardır. Ses benzerliği ile şekil benzerliği aralarındaki yakın ilişkiye işarettir. ’Ş’ sesi ile ilgili kök sözcüklere aş, eş örnekleri verilebilir. Aş sözünde öteye geçmek, dışına çıkmak kavramları bulunuyor. Eş sözünde ise kazmak, yerin dibine inmek kavramları bulunuyor. Şu halde iki ayrı bölgede, gökte ve yerde, tanrılara kavuşmak düşüncesi ortaya çıkıyor.

Uç ile UC arasında da böyle bağlantılar vardır. Tanrısal özellikler taşıyan yönetici kral UC’ta bulunur, çünkü toplumun en ileri-gelen kişisidir. Yukarıdaki resimde sağda görülen M.Ö. 5000 yıl öncesine ait Macaristan’da bulunmuş bir seramik parçası. Şekilde birçok UÇ-ÜÇ damgası görülüyor. Onları altta daha ayrıntılı olarak belirttim. ’V’ harfine benzeyen kollar yine ’U’ sesini veriyor. Eski dönemlerde ’U’ harfinin köşeli ’V’ olarak çizildiğinden söz edilir. Şekilde ilginç olan insanın etek giyen bir kadın oluşudur. Aktarılmak istenen imge uçan kişinin bir kadın olduğu ve toplumun o dönemde anaerkil olduğudur. Yani, kutsal yöneticiler ve şamanlar kadınlardan oluşuyordu.

Aynı simgeyi kadim Mısır ve özellikle Nubia ( Nebat – Altın Ülkesi ) bölgesinde buluyoruz. Resimde kanatlı bir kadın görülüyor. Bu görüntüye Mısır uzmanları Tanrıça İsis demişlerdir. Oysa ki pekala o dönemde kutsal ayinler yapan şaman ve aynı zamanda yönetici bir kadının görüntüsü olabilir. Kuş kanatları açıkça ’uç’ kavramını içerirken, kolların iki yana açılmış olmaları ’üç’ damgasını simgeliyor olabilir.

İlginç olan da Mısır’ın güneyinde, yukarı Nil bölgesinde, Kuş adlı bir ülkenin bulunuşu ve bir zamanlar tüm antik Mısır’a hakim oluşudur. İtalya’nın Torino kentinde ele geçmiş bir papirüs belgede yazılanlar doğru ise kadim Mısır kültürünün günümüzden yaklaşık 20,000 yıl önce başladığı ifade ediliyor. Nil nehrinin güney bölgesinde Antik Mısır döneminde yaşayıp ileri bir kültür oluşturmuş Kuş milletine Kuşitler denmektedir. Kuş milleti adını kutsal yönetici olan OK’lardan almış olabilir.

Çünkü, ’kuş’ kök sözcüğünde OK-UŞ veya OK-UÇ kök sözcükleri gizlidir. Uçan OK ise kutsal yönetici olmaktadır. Maya dilinde bildiğimiz kuş sözünün karşılığı ’kutch’ olduğu saptanmıştır. Uçan yönetici kavramında hem şaman olarak ruhsal uçuşlar yapabilen kişi, hem de ölümünden sonra ruhu uçup göklerde yıldıza dönüşen kişi düşüncesi bulunmaktadır.

Asya’da Hindistan ile Pakistan’ın kuzey bölgelerinde Kuş hanlığı bulunuyordu. Bu millete verilen isim Kuşhan krallığı olup, bölgesi Hindikuş dağlarının kuzey etekleri idi. Zaten, Hindikuş dağlarının adı Hind ile Kuş bölgeleri arasında kalan sıradağlar olmaktadır.(6)

Kaynakça

1. Ahmet Zeki Validi (1932). On Mubarakshah Ghuri pp.852

2. V. Thomsen, Les inscriptions de l’Orkhon dechiffrees, Helsingfors, 1896

3. Etienne Copeaux. Tarih Ders Kitaplarında (1931-1993) Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine. Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 2. Baskı. İstanbul, 2000

4. L. Cahun, Introduction a l’historie de l’Asie. Turcs et Mongols des origines a 1405, Paris, 1896.

5. Orhon Yazıtları-Kül Tigin, Bilge Kağan, Tanyukuk, Talat Tekin, Simurg, ISBN 9757981206

6. Alıntı; http://www.sonsuz.us/?q=node/627

Kaynak: http://www.haberakademi.net/default.asp?inc=makaleoku&hid=10623

10 Ocak 2010 Pazar

Fwd: İYİ SABAHLAR....






TÜRKÇEMİZİN DÜŞTÜĞÜ HALLERİ PAYLAŞMAK İSTEDİM
SAYGILARIMLA
iSKENDER KAZAZ

-



---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Timsah.com Arkadaşınız size bir video gönderdi.

Videoyu izlemek için lütfen tıklayın:
http://www.timsah.com/Turkceyi-Kurtarmak-Bir-TRT-belgeseli/Z0Pr0y4iLOs




--
Ne Mutlu Türküm Diyene
-
"Doğduğunuz zaman siz ağladınız, dünya güldü. Öyle bir hayat yaşayın ki, öldüğünüzde dünya ağlasın, siz gülün" Cherokee atasözü.


--
Dr. Reşat Uzmen



17 Ekim 2009 Cumartesi

YENİ BİR SİYASİ PARTİ NASIL FELSEFESİ NE OLMALI (1)

Son günlerde yeni siyasi parti oluşumlarının Türkiye Siyasi Hayatına girme hazırlığında olduklarını gazete haberlerinden öğreniyoruz..Yanılmıyorsan şu anda sicile kayıtlı 54 adet siyasi parti var.Büyük çoğunluğu hep siyasi gündemler değiştikçe bir takım siyasi meraklı tarafından 30 kişi bir araya gelip parti oluşturdular.Kimi espri olsun diye,kimi partinden aday olamadı diye siyasi parti kurarken,kimisi de ileride lazım olur diye adını değiştiren partilerin adıyla isim hakkını ellerine aldılar.Özellikle sonuncular adına siyasi rant diyebileceğimiz bir tutuma yöneldiler.Bir takım idealistler ortaya çıkınca onlara yanaştılar,oradan sağladıkları üye sayısı ile yasa gereği yapmaları gereken kongreleri yaptırdıktan sonra bu idealist kadroları bir şekilde devre dışı bıraktıktan sonra yeniden Pazar beklemeye başladılar,ta ki yeni bir seçim zamanı gelsin.Oradan bir şeyler kaparım diye umutla beklediler. Yani anlayacağız bizdeki parti enflasyonu bundandır.



Şimdi gelelim Başlık konumuza ;


Merkezin nesrinde olduğu belli olmayan iki oluşum gözlüyoruz.Birisi asker kökenli bir kişinin önderliğinde oluşturulurken,diğeri gazeteci kimliği ile yola çıkıp günün siyasi konjonktüründen arkasına kitleler toplayınca yeni bir oluşuma yöneldi.Bir başka oluşum da Eski bir dış işleri bakanının oluşturduğu harekete dayanarak yine eski kadrolara yönelik bir oluşum oluşturma yolunda ilk adımlarını atmış. Peki bu oluşumlar tutar mı?Bana göre tutmaz.Neden çünkü Türkiye^de oluşan bir politika simsarlar lobisi var ve bu lobi tüm imkanlarını ve tüm bağlantılarını kendine en fazla maddi kazanç sağlayacak siyasi oluşuma yönlendiriyor da ondan.Halk isteği onlar için önemli değil,halk fakr-ü zaruret içine düşüp mutsuz olurmuş umurlarında değil.Ancak maddi güç ve uluslar arası çevre onların elinde olduğundan siyasi alanda at koşturuyorlar.Para onlarda,medya onlarda,ortak yandaşları ise dışarıda .Şimdi egemenlik ellerinde olan bu lobiyi nasıl aşacaksınız bu gün ki ortamda?Görünürde zor değil mi? Ancak her türlü zorluk aşılabilir.


Yine bu lobi dini kullandı,bedenen hakim olamayacağı kitlesel gücü beyinlerinden kontrol etme yolunu seçtiler.Yani laf büyüsü diğer adıyla propaganda ve boş vaatlerle uyutma siyaseti izlemekteler.


Propagandalarında hangi argümanı kullanıyorlar?Din.Özünü mü?Hayır şeklini.Bir takım beyni boş insanları gizlice destekleyip halk içinde bölücülük yapıyor,kamplara ayrılmasını sağlıyorlar.Sonra bunları bir birine karşı kışkırtıyorlar.Yemedi bir de etnik milliyetçiliği kullanıp aynı şekilde bir birleri ile çatıştırmaya teşvik ediyorlar.Örnek mi?Son Gürcü ve Oset olayını yaşadık.Uluslar arası emperyalizm ne yaptı insanlar kırılırken, birlikte planladıkları hedefe kadar sustular.Ne zaman ki sınırlar aşılmaya başlandı ortaya çıktılar.Ölen öldü kalan sağlar bizimdir dediler.Oyuna yeniden başlayacaklar.Uluslar arası hukuk anlayışında suç sayılan fiilleri yaptıkları anlaşmalarla meşrulaştırma yoluna girdiler.Yarın Türkiye’de de aynı oyunu oynamayacakları ne malum?


Hoş o kadar kolay değil Gürcistan ile Türkiye aynı kefeye konulursa bu oyun onlar için hüsran olur o başka.Çünkü Türkiye de devleti idare edenler ileriyi göremeyen veya görmek istemeyen oyuncular değil.Kolay kolay etki altına alınıp kandırılacak küçük guruplardan değil,en az 3000 yıllık devlet tecrübesi olan bir millet.Hal böyle olunca istemedikleri durumlarla karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz.Zira ne olursa olsun devleti idareye talip olan hiçbir siyasi vatanına ihanet etmeyi aklından geçirmez, geçirmemiştir.Üstelik mazisi 2200 yıla dayalı düzenli ordusu ve bilgi ve deneyimi olan bir devlet.


İş o kadar kolay değil bir yerlerde oturup kağıt üzerinde bir takım planlar hazırlayıp sonra onları uygulamaya sokmak aşamasına evdeki hesap çarşıya uymaz.İşte bu noktada dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum.Gürcü-Oset kapışmasının bir başka türü Irak’da olmuş ve Ruslar kendinde nasıl ki Gürcistan’a müdahale hakkı görmüşlerse aynı oyunu önceden ABD de ta 12.000Km.de görmüş müdahale etmiştir. Böylece iki güç yaptıklarını meşru gösterme örneklerini oluşturmuşlardır.Şimdi sırada İran ve Türkiye vardır.Ruslar İran’ı kontrol ederken ABD Türkiye’yi yarattıkları bir millet olan Kürt’lerle Rus’yanın hamlesine karşılık vermek isteyecekrie.Eğer şu günlerde Barzani bir şekilde ülkemiz güney doğusunda yaşayan kendine Kürt diyen yurttaşlarımızı kendi vatandaşı ilan ve gizliden gizliye onlara kimlik verip kayıt altına alırlarsa tıpkı osetler gibi bize de aynı oyunu oynamaya kalkabilirler.Arkalarına da ABD yi alacaklarını ümit edebilirler.Bu Yüzden dikkatli olalım demiştim.


Bütün bunları kısaca dile getirmekteki nedenim yazımızın başında anlattığım siyasi yapılanma aşamasında karşılarındaki engelin halkın iknası değil dış güçlerin oyunlarını iyi değerlendirme ve hatırlatmak ve de esas konuya geçmektir.


İskender Kazaz






1. yazının devamı






Evet Türkiye de yeni bir siyasi yapılanmaya çok ihtiyaç var.Ama bir önceki yazımda belirttiğim gibi bir gurubun,bir ideolojinin veya şahsi menfaatlerin gizlendiği bir siyasi oluşum olmamalı.Peki Nasıl bir yapı olmalı?;


1- Mevcut Anayasa’mız ve buna bağlı siyasi partiler yasasında belirtilen esaslar dahilinde öngörülen teşkilatlanmayı, yerel liderleri belirleyip onların önderliğinde sağlanmalı,


2- Belde,ilçe ve İl teşkilatları en az 40 ilde tamamlanmalıdır.En azından bu liderlerin ,isimleri belirlenip kendileri ile mutabakat sağlanarak,Kurulacak siyasi oluşumun kurucuları olmaları sağlanmalıdır.


3- Kurulacak partinin siyasi yelpazede nerede yer alacağı açık bir şekilde tüzüğünde belirtilmeli laf kalabalığı içine boğulmamalıdır. Örneğin, partimiz ….. merkezde yer alacaktır.Aşırı siyasi fikirlere itibar etmeyen gücünü doğrudan halktan alan bir siyasi oluşumdur.Bütünleştirici ve kucaklayıcıdır.Anayasa’mızda yer alıp tarif edilen sosyal,her kurumda laik ve hukuk devleti yapılandırılmasına gönülden inanır. Devletimiz çok eski tarihlere dayanan iki temel ayak üzerinde yapılanmıştır.


• Millet ve inanç. İşte bu temelleri siyasi hırslarımız için bir birine karıştırmamayı her iki temele aykırı davranmamayı temel hedef saymıştır.Biz bu bağlamda biliyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti Türk Milletinden,güç almaktadır.Tabiatı ile Türk Milleti’nin fertleri olarak yerleşik inançları olan dini görüşü de bu şekilde yorumlanmalıdır.


• Hiç bir yabancı dini yorumve ibadet şekli Milletimizin dini yorumu ve ibadet şekilleri üzerinde değildir.Yabancı yorumların Türk toplumuna dayatılmasına asla izin vermez.


• Herkesin vicdani kanaati kendine ait olup bunun aksine telkinlerde bulunmaya çalışanlara itibar etmez.


• Öğretim beynelmileldir.Eğitim aileden başlayıp özgürce yerine getirilir devlet buna yardımcı olmakla yükümlüdür.Şu veya bu şekilde siyasi erkelerin buna müdahale etmesine izin verilmemesi gerektiğine inanıyoruz .Giyim kuşam gibi göreceli konularda vicdani kanaat bağlamında özgür olduklarına inanır,Ancak Kamu düzeni bakımından özellikle kamu kurumları ve devleti temsil eden kamusal alanlarda devletimizin kuruluşundan bu yana teamül haline gelen kurallara aykırı ve dışında giyim ve kuşam şekline müdahalenin yasal çerçevede kalmak şartı ile meşru olduğuna inanırız.


• Bunun dışında özellikle Yüksek öğrenim alanları bilimsel öğreti bağlamında tamamen özerk alanlar olarak nitelendirdiğimizden bu yerlerdeki giyim kuşam konusundaki kural ve nizamnamelerin dayatmacı yaklaşımda olmasını uygun görmemekteyiz.Bize göre şekil özden önde olmamalıdır.Kılık kıyafet tarzı tamamen kişi anlayışına bağlıdır.Bu nedenle yurttaşlar arasında ayrım gösterilmemelidir.Partimiz yüksek Öğrenim kurumlarını öğretim bazında özerk kuruluşlar olarak niteler.Bu nedenle hiç kimsenin kılık ve kıyafeti nedeni ile öğrenim hakkına müdahale etmesine izin vermez.


• Ancak bu kılık kıyafetler siyasi bir simge haline dönüştürüldüğü ve karşı görüşlere dolaylı veya doğrudan dayatma vesilesi olduğu takdirde devletin müdahalesinin caiz olduğuna inanır.Esasen bu durumun hem Anayasamıza ve hem de siyasi partiler yasasına aykırı olduğunun bilinci içindedir.


• Keza bizim anlayışımızda devlet inanç yayma,inançları pekiştirme ve bu konularda eğitim verme yükümlülüğünde değildir.Devletin asli görevi inançlara gizli veya açık vaki dayatmalara müdahale ile vicdani kanaat özgürlüğünü korumak için her türlü tedbiri uygulamaktır.


• Devlet yüksek öğrenime kadar ki dönemde siyasi inançlara ve ihtiyaçlara göre değil Anayasamızda gösterilen prensipler doğrultusunda tevhid-i tedrisat esasları içinde öğrenim görülmesi için gereken ortamı hazırlamayı üstlenir.


Partimiz Anayasamızda tarif edilen üniter devlet tanımı içinde yine tarif edilen


“Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla “yoğrulmuş Türk Milleti kavramından hareketle,bize tevdi edilen tüm görevleri yerine getirmeyi taahhüt eden bir partidir.Bu nedenle


• Etnik farklılıkların bir kültürel zenginlik olarak kabul ve onların aile için geleneklerini yaşama hakları olduklarını,üniter devlet içinde her ne surette nedenle olursa olsun ayrıcalık tanınmadan inançlarını sürdürmelerinde özgür olmalarını kabul eder.Anayasamızın kabul ettiği sınırlar içinde Kendi dillerini serbestçe öğrenmelerini bir insan hakkı olarak kabul eder.


• Ancak Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü kapsamında hiçbir etnik ayrıcalığın millet ortak kültürü üstünde değerlendirilemeyeceği her etnik kökendeki yurttaşlarımızın bu bilinçte olduğuna inanır.


• Bu bağlam da yurt dışından yapılacak her türlü telkin ve tavsiyenin üniter yapımıza ve milli bütünlüğümüze müdahale olarak kabul ederiz.


• Ortaklık veya her hangi bir vesayet talebi Türk Milleti tarafından kanla elde ettiği bağımsızlığına ,milli bütünlüğüne ve toprak bütünlüğüne yönelik yakın ve ileriye matuf tehlike ve müdahale olarak algılanacağı düşüncesi ile Milli çıkarlarımızın temini için her durumda kayıtsız şartsız karşılıklılık ilkesi doğrultusunda milletimize danışarak uluslar arası iktisadi,siyasi ve sosyal anlaşmalara açığız.


• Bu konularda Anayasamızın amir hükümleri doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti’ni Kuran Atatürk ilke İnkılaplarına sadık kalarak Milli Birlik beraberliğin dolaylı da olsa zedelenmesine neden olabilecek her türlü görüşün karşısında yer alınacaktır.İster milli ve isterse inanç yönünden her türlü şoven fikrin karşısında yer alacağımız kuşkusuzdur.


• Biz milli sermayeden yana her türlü ticari faaliyeti destekler ve ülke kalkınmasında pay sahibi olmasını başlıca hedef olarak benimsemişizdir.Bu bağlamda Türk Ekonomisinin liberal,hür ve demokrasi kuralları içinde her türlü ticari faaliyetin yanında yer alırız.


• Türk Halkının ekonomik omurgasının Orta sınıf olduğunun bilinci ile esnaf,zanaatkar ve çiftçinin yanında yer alan bir hedefimiz vardır.Bunların güçlenmesi ile ülkenin saadet ve refahının artacağına inancımız tamdır.Bankacılık faaliyetlerinin de bu anlayışa göre yönlendirilmesi gereğine inanmaktayız.


• Adalet sistemimizin her türlü vesayetten arındırılması ve kuvvetler ayrılığı prensibimizden asla taviz vermemeyi temel ilke olarak benimseriz.Adalet sistemimizin bu gün düşürüldüğü çaresizlikten kurtulması ve hakim bağımsızlık teminatının kesin sağlanması yönünde çalışmalar yapmak temel ilkemizdir.Bu bağlamda özellikle Adalet teşkilatının aynı silahlı kuvvetlerde olduğu gibi kendi aralarında tayin ve terfi sistemini geliştirmelerinde yarar görmekteyiz.Siyasi erk bu teşkilatta yalnızca müsteşarlık seviyesinde olması gerektiğine inanmaktayız.


• Yatırımcı yabancı sermayenin daima yanında olacak ve her türlü kolaylığı çevreci yaklaşım ile göstermek zorunda olduğumuzun bilincindeyiz..






15 Ağustos 2009 Cumartesi

TÜRKİYE'DE HİÇBİR SUİKAST RASTGELE GERÇEKLEŞTİRİLMİYOR,HEDEFLER ÇOK DİKKATLİ SEÇİLİYOR

Sayın Aydoğan KEKEVİ'nin gönderdiği, Rahmetli Necip Hablemitoğlu'nunaşağıdaki yazısını okuyunca, Sayın Hablemitoğl'nun Uzgörüsüne Hayranoldum. Allah Rahmet Eylesin
TÜRKİYE - ÇİN İLİŞKİLERİNDE GÖZARDI EDİLEN BİR BOYUT: HÜKÜMET - ÇİN- DOĞU TÜRKİSTANDr.
Necip Hablemitoğlu
T.B.M.M.'nden güvenoyu alan Milliyetçi Ana-Sol Hükûmeti'nin "KoalisyonProtokolu"nda Çin Halk Cumhuriyeti'ne özel olarak yer verilmesi, TürkBasınında sadece haber olarak yer aldı, tartışılmadan da unutulup gitti. Türkiye'nin son dönemlerde izlemeye çalıştığı güçlü ve kişilikli bir dışpolitika imajını yerlebir eden bu "Koalisyon Protokolu" maddesi, yeni hükûmetin önemli bir zaafını da gözler önüneserdi. Öncelikle açıklık kazandırılması gereken konu, koalisyon Ortakları arasında ihtilâfa neden olan ve sonuçta Çin Halk Cumhuriyeti'ne adeta "dokunulmazlık" ve "tek kayırılan ülke" statüsükazandıran bu aşamaya nasıl gelindiğiydi.
Sorun, aslında çok geçmişe uzanmakla birlikte, Sayın Mesut Yılmaz'ın Başbakanlık yaptığı 56.Hükûmetin son günlerinde yayınlanan bir genelge ile ortaya çıktı. Türk Tarihi'nde eşi ve benzerine rastlanılamayacak ölçüde "yüzkızartıcı"sonuçları olan bu genelgeyle, Türkiye'de yaşayan Doğu Türkistan kökenli Türklere ait vakıf ya da derneklerin Çin Halk Cumhuriyeti'ni hedef alan her türlü protesto gösterilerine izin verilmemesi öngörüldü, bir başka ifadeyle yasak getirildi...
Çin Halk Cumhuriyeti'nin resmi talebi üzerine bu genelgeyi yayınlayan eski Başbakan Mesut Yılmaz nerede yanılmıştı? Ve sonra da niçin bu hususun "Koalisyon Protokolu"nda yer almasında diretmişti? Sayın Ecevit ve Bahçeli neden bu dayatmaya boyun eğmişti? İşte busorulara kısmen açıklık getirebilecek bilgiler: 1. Türkiye, tüm Avrupa ülkelerinde, Rusya'da, İran'da ve daha pek çok yerde en çok protestolara muhatap olan ülkedir. Büyük elçiliklerimiz, konsolosluklarımız, Turizm ve T.H.Y. bürolarımız,her fırsatta Türkiye ve Türklük karşıtlarınca saldırıya uğramaktadır.
DHKP-C, TİKKO, PKK gibi aşırı sol ve bölücü nitelikli teröris törgütlerin yanısıra, Kaplancılar, İBDA-C'ciler, Hizbullahçılar, MilliGörüşçüler ve daha pek çok şeriatçı örgüt ve cemaatlar, sırf bu eylemlere katılsınlar diye söz konusu ülkelerin gizli servisleri tarafından beslenmekte, güdümlenmekte ve yönetilmektedir. verilebilecek binlerce örnek arasında en güncel olanı Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki duruşması sırasında verdiği ifadeler arasında yer almıştır.
Öcalan,militanlarına dokunulmaması karşılığında Almanya'nın İç İstihbaratServisi olan "Alman Anayasası'nı Koruma Örgütü" (Bundesamt fürVerfassungsschutz - BfV) yöneticileri ile birkaç kez bir araya geldiğini ve pazarlık yaptığını, aynı olgunun Hollanda'nın servisi BVD için de geçerli olduğunu itiraf etmiştir
Azılı bir Alman faşisti olarak bilinen BfV Örgütünün Başkanı Dr. Peter Frisch ya da diğer servis yetkililerinden ve de hükûmet yetkililerinden hiçbir tekzip gelmemiştir.
Hal böyleyken, diplomatik dokunulmazlığa sahip temsilciliklerimize her fırsatta saldırılar vaki olurken, bunlara yaptırım uygulayamayan, önleyemeyen Türkiye, nasıl olur da Çin'in bu yoldaki taleplerini "komutanından emir alan bir ast edasıyla" hemen yerine getirir?!.
Bu ülkenin duyarlı insanlarını bir genelge ile"zaptürapt" altına alabileceğini sanan Mesut Yılmaz ve AnavatanPartisi yönetimi, bu ödünün karşılığında Çin'den ne almıştır,sorusunun cevabı ise çok daha yüz kızartıcıdır, koskoca bir hiçtir...
2. Çin'de binlerce yıldır Doğu Türkistan olarak bilinen ve sonra Mao döneminde "Şin Jiang" olarak adı değiştirilen Uygur Özerk Bölgesinde (ki 1.828.418 kilometrekare büyüklüğü ile tüm Çin Halk Cumhuriyeti'nin 1/6'sını oluşturmaktadır) yaklaşık 30.000.000 Türk(çoğunluğu Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar vb.) yaşamaktadır.
Petrol, doğalgaz, uranyum gibi stratejik değere sahip çok zengin maden rezervlerine sahip olan Doğu Türkistan Türkleri, Mao dönemiyle birlikte inanılmaz baskılara muhatap edilmişlerdir. Asimilasyonu hedefleyen Çin'in azınlık politikası sonucu, binlerce aydını idam edilen, cahil ve geri bırakılan, temel hak ve özgürlüklerden yoksun tutulan Doğu Türkistan Türkleri, bunca baskının üstüne, Çin Hükûmeti'nin nükleer silah denemelerine -hiçbir bilimsel koruma önlemi alınmaksızın- maruz kalmışlardır.
Mao sonrasında bütün bu baskılar,hem de uygar dünyanın gözleri önünde el'an devam etmektedir. Abdullah Öcalan'ın yakalanması ve yargılanması sürecinde tüm dünyadan gelen ve hepsi de "insan hakları" patentli müdahalelere karşı hiçbir şey yapamayan Türkiye, eli kanlı bir terörist için bile her türlü müdahalenin yapılabildiği bir dönemde, 30.000.000'luk soydaş kitlesine bırakın -insan hakları açısından- sahip çıkmayı, onlara baskı yapan faşist Çin Hükûmeti'nin taleplerine boyun eğmeyi yeğlemiştir.
Bu kişiliksiz politikanın sorumlularının bu ülkede "milliyetçilikten"bahsetmeye hakları olmasa gerektir...
3. Çin'deki Türklerin insan hakları ile ilgili girişimlerde bulunmaktan kaçınan ve Türkiye'deki Türk vatandaşlarının da bu soydaşlarının haklarına sahip çıkmasını yasaklayan bu sapkın zihniyetin sahipleri, kendilerini savunabilecek iki gerekçeyi öne sürmektedirler: Birincisi, Çin ile ikili ekonomik gelişmelerde tıkanıklık yaratmamaktır.
Oysa, toplam ihracaat ve ithalatda Çin'inyeri, Almanya, Fransa, A.B.D., Rusya Federasyonu ve hatta İtalya'dan geridir. Çin sadece mal satılacak büyük bir Pazar değildir, aynızamanda tüm ürettiklerini dünya pazarlarına sokabilen büyük bir ekonomik devdir. Üstelik, almadan asla vermeyen milliyetçi bir ekonomik anlayışa sahiptir. Bir başka ifadeyle, Türkiye Çin için -tıpkı Japonya örneğinde olduğu gibi- Avrupa Topluluğu ülkelerine sıçrama tahtasıdır, olanakları geniş bir pazardır. Dolayısıyla "Çin her sattığımızı almaya hazır, aç bir açık pazardır, Çin'ikaybetmeyelim" gerekçesi cahilce yapılan kısır bir varsayımdan öteye gidemez. İkincisi, bir dost ülkenin içişlerine müdahale sakıncasıdır ki, bu gerekçelerin en mantıksızıdır. Şöyle ki:
4. Çin Halk Cumhuriyeti, 1960'lı yılların sonlarından itibarenTürkiye'nin içişlerine iki ayrı yönden müdahale etmektedir:
Birincisi,Türkiye'de "Maocu" olarak ortaya çıkan yapılanmalara tam bir lojistik destek vermek; ikincisi ise, daha önce Türkiye'ye göç etmiş DoğuTürkistan cemaatini kontrol altında tutmak!..
Çin bu amaçla Türkiye'deki servis elemanları vasıtasıyla çok büyük meblağlar akıtmıştır, akıtmaya da devam etmektedir.
Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi'ne bağlı MSS (Devlet Güvenlik Bakanlığı), Guoanbu (GuojiaAnquan Bu), MPS (Kamu Güvenlik Bakanlığı), Halk Kurtuluş Ordusu bünyesi içindeki 8341 Unit-Central Security Regiment örgütünün İkinci Departmanı ve Uluslar arası İrtibat Departmanı ve Yeni Çin HaberAjansı (Xinhua), Türkiye ile ilgili tüm istihbarat ve ajitasyon faaliyetlerinden müteselsilen sorumludur.
Çin İstihbaratının faaliyet gösterdiği 50'nin üzerindeki ülke arasında Türkiye ön sıralarda gelmektedir. 1949'da Çin Komünist Partisi'ne bağlı olarak kurulan ve başlangıçta KGB tarafından yapılandırılan Çin İstihbarat Servisi,Mao'nun ölümünden sonra, yakın zaman öncesine kadar (ilişkilerbozuluncaya kadar) C.I.A. tarafından modern yapılanmaya kavuşturulmuştur. Dolayısıyla asla küçümsenmeyecek deneyimli kadro ve tekniklere sahiptir.
Servisin Birinci ve Dördüncü Bürosu DoğuTürkistan Türkleri ve Çin'e gelen Türk vatandaşları ile ilgilenirken,İkinci, Altıncı, Sekizinci ve Dokuzuncu Büroları ile Dış İlişkilerBürosu Türkiye'ye ve diğer hedef dış ülkelere yönelik faaliyet göstermektedir. Servisin, Yeni Çin Haber Ajansı'nın yanısıra, yönetim ve uluslar arası ilişkiler alanlarında elemanlarına akademik düzeyde eğitim veren iki enstitüsü de bulunmaktadır. Çin Servisi'nin Batı'daki en önemli desteği, Almanya Dış İstihbarat Servisi olan BND(Bundesnachrichtendienst), Ortadoğu'daki ise İran'ın malûm servisidir. Almanya, İran ve Çin ekseninde en önemli hedef ülke ise jeopolitik konumundan dolayı Türkiye'dir. Çin, Almanya ve İran ile aleni işbirliği yaparken, Irak, Libya ve Yugoslavya'ya da aleni destek vermektedir. Dikkat edilecek olursa, bu ülkelerin hepsi, A.B.D.'ne veTürkiye'ye karşıdır. A.B.D., Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Çin'deki tüm insan hakları ihlâllerine ve Doğu Türkistan Türklerine yapılan baskılara gözlerini kapatarak destek verirken, son yıllarda yolları ayrılmıştır. Şimdi, C.I.A., Tibetlilerin yanısıra DoğuTürkistan Türklerinin haklarını arama çabasına girişmiştir. Elbette ki samimi değildir, çifte standart uygulamaktadır, ama ülkesinin bölgedeki çıkarlarının gereğini yerine getirmektedir. Ya Türkiye?!. 30Milyonluk bir soydaş kitlesine arkasını dönmeyi ve demokratik tepkileri boğmayı yeğleyen sünepe bir devlet imajı çizmiştir. A.B.D.Hükûmeti'nin birinci derecede kayırılan ülke statüsünden çıkardığı ÇinHalk Cumhuriyeti'nin talebini "emir" kabul ederek yerine getirmek,Türkiye'nin uluslar arası gelişmeleri ve değişimleri iyi algılayamadığı gibi değerlendirmelere yol açmıştır.
SONUÇ: Bir halk özdeyişiyle "almadan vermek Allah'a mahsustur".Çin Türkiye'ye ne vermiştir ki karşılığında bu ayrıcalığı haketmiştir? Türkiye bir "muz cumhuriyeti" değildir; gösteri hakkıAnayasa ile güvence altına alınmıştır. Bir genelge ile anayasal birhakkın yasaklanması, sınırlandırılması mümkün değildir. Bu aczisergileyen yöneticiler, "Abdullah Öcalan idam edilmesin" yolundaki dışbaskılara nasıl direnebileceklerdir? Sayın ANAP yöneticileri bu ödünkapısını Çin'e sorumsuzca açarken, diğer hasım ülkeler için de kötübir örnek sergilemişlerdir. Hiç şüphesiz bunun arkası gelecektir. Amadaha da önemlisi akıllara vahim bir soru gelmektedir: KendileriniAlman ekoluna mensup kabul eden kimi politikacılar, Çin'e Almanyaistediği için mi koşulsuz ödün vermişlerdir? Alman ekolu, A.B.D.ekolu, Arap ekolu... Yazıklar olsun!.. Ama bugünkü Türkiye gerçeğimaalesef bu!.. Milliyetçilik de, müslümanlık da, demokratlık dabunların tekelinde!..